işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
Kadın Sağlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kadın Sağlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Miyom kısırlığa yol açabilir

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Buyru, "Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar" dedi.

Buyru, miyomların (Rahim tümörü) östrojen hormonuna bağımlı olarak geliştiğini belirterek, menopozdan sonra östrojen hormonunun etkinliğinin azalmasıyla mevcut miyomların çoğunlukla küçüldüğünü söyledi.

MİYOM GELİŞİMİNDE AİLESEL YATKINLIK ÖNEMLİDİR
Miyom gelişiminin ailevi eğilim gösterdiğini ifade eden Buyru, anne veya ablasında miyom saptanan kadınlarda miyom görülme riskinin daha yüksek olduğunu kaydetti.

Buyru, doğum yapmamış kadınlarda da miyom gelişimine sık rastladıklarını dile getirerek, "Miyomların belirtileri, bulundukları yer ve büyüklüklerine göre değişiklik gösterir. Rahim içine yakın ve büyük olan miyomlar daha fazla şikayete neden olur. Küçük olsa bile rahim içine yakın miyomlar adet esnasında kanama miktarının artmasına, kanama süresinin uzamasına yol açar. Tam tersine rahim dışına doğru olan miyomlar ise daha az şikayete neden olur. Bu tür miyomlar büyüdükleri takdirde idrar kesesi, barsak gibi komşu organlara bası yapıp, sık idrar yapma ve dışkılama güçlükleri şeklinde belirti verebilir" diye konuştu.

"MİYOM ÇAPI BÜYÜDÜKÇE KISIRLIĞA YOL AÇMA RİSKİ DE ARTAR"
Prof. Dr. Buyru, miyomların büyüklüklerinin çok değişken olduğunu kaydederek, birkaç milimetreden, 20-30 santimetreye kadar büyük miyomlara rastlayabildiklerini ifade etti.

Şikayet ve belirtilerin miyomların yerleşim yerini yakından ilgilendirdiğini anlatan Buyru, "Bazı miyomlar gebe kalmayı zorlaştırabileceği gibi, düşük ve erken doğum riskini de arttırabiliyor. Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar. Rahim içinde yer alan miyomlar küçük bile olsa daha fazla sorun yaratır. Miyomların yol açtığı en büyük problemler, kanama, gebe kalamama, çevre dokulara bası ve yoğun kanama sonucu ortaya çıkan kansızlıktır" ifadesini kullandı.

Buyru, miyomların kötü huylu olma olasılığının binde 5 olduğunu ifade ederek, hızlı büyüyen, kan akımında farklılıklar olan miyomların kötü huylu olabileceğini dile getirdi.

Doğurganlığını tamamlamış kadınlarda çok sayıda miyom olduğunu, bunların teker teker çıkarılmasının kanama riski taşıdığına vurgu yapan Buyru, bu tür ameliyatların kadının yaşamı açısından risk oluşturması halinde rahim alınmasını da gerektirebildiğini kaydetti.

"HER MİYOMUN ALINMASI GEREKMEZ"
Prof. Dr. Faruk Buyru, görülen her miyomun alınmasını şart olmadığına dikkati çekerek, bunların ilaçla tedavisinin olmadığını, bazen kanamaların azaltılması için geçici olarak ilaçlar kullanıldığını söyledi.

Miyomda kesin çözümün ameliyat olduğunu ifade eden Buyru, "Ancak pek çok kadın, ameliyata gerek olmadan miyomlarıyla sorunsuz yaşamlarını sürdürebilir. Kanama, gebe kalamama gibi şikayeti olanlarda ameliyat gerekebilir. Rahim içindeki miyomlar küçük olsa bile hem gebe kalamama, hem de yoğun kanamaya neden olmaları nedeniyle ameliyat gerektirir. Rahim duvarındaki miyomlar, 5 santimetreden büyükse veya çok sayıda olduğunda ameliyat düşünülebilir. Rahim dışında yer alan miyomlar, çok büyüdüğünde veya çevreye bası yaptığında ameliyat düşünülmelidir" şeklinde konuştu.

Buyru, miyomun kanlanmasını sağlayan damarın tıkanması gibi yeni tedavi seçeneklerinin ortaya çıktığını dile getirerek, bu yolun ameliyat olmak istemeyen veya operasyonu sorunlu olabilecek hastalarda düşünülmesi gerektiğini vurguladı.

0 yorum

Adet öncesi sendromu'na karşı dengeli beslenme

Kadınların çoğunun ortak sorunu adet öncesinde yaşanan farklı sorunlar. Gerginlik, halsizlik, aşırı iştah gibi sorunlar kadınların hayatını kabusa çevirebilir. 

KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı - Dyt. Rabia Yurdagül Adet Sendromu hakkında bilgi veriyor ve dengeli beslenme ile şikayetleri nasıl azaltabileceğinizi anlatıyor.

Adet Öncesi Sendromu (Premenstrual sendrom, PMS), kadınlarda regl öncesi dönemde başlayıp ruhsal ya da fiziksel birtakım belirtilerle kendini gösteren ve reglin başlamasından bir hafta kadar önce ortaya çıkarak reglin bitiminden bir kaç gün sonra kaybolan durumu ifade eder. Karın bölgesinde şişkinlik, ağırlık artışı, iştah artışı, sık yeme ihtiyacı, tatlıya düşkünlük, cilt bozukluğu, uyku sorunları, göğüslerde hassasiyet, bel ağrısı, kabızlık, baş ağrısı, çarpıntı, duygusal dalgalanmalar, olumsuz düşünceler, depresyon hali, yorgunluk, halsizlik, unutkanlık, konsantrasyon güçlüğü, kendine güvenin azalması, gerginlik, kızgınlık ve öfke hali, seksüel isteklerde değişiklik gibi fizyolojik ve psikolojik birtakım belirtiler gözlemlenir.

Nedeni tam olarak belli olmamakla birlikte, genelde mineral ve vitamin yetersizlikleri, hormonal dengesizlikler, (progesteron yetmezliği ve diğer hormonal değişimler), kan şekerinin düşük olması, vücutta aşırı sıvı tutulumu, beyindeki bazı kimyasal ileticiler, bastırılmış cinsel arzu, psikolojik nedenler üzerinde durulmaktadır.

Regl öncesi döneminde genellikle aldatıcı bir kilo artışı görülür; ancak bu gerçek bir yağ artışı değildir. Bu durum östrojen ve progesteron hormonlarının dengelerindeki değişiklikler sonucu vücutta biriken ödemden kaynaklanır. Yine hormonal değişimler nedeniyle bağırsak sisteminin çalışma düzenindeki değişiklikler kabızlığın görülmesine neden olur ve kabızlıkta şişkinlik hissi yaratarak ağırlıkta artışın olduğunu düşündürür.

Regl dönemi biter bitmez, bağırsakların tekrar normal hızda çalışması sonucu, kabızlık sona erer ve hormonların normal dengeye ulaşmasıyla birlikte vücutta biriken sıvının atılmasıyla beraber kiloda normale döner.

Ancak regl döneminin başlangıcından birkaç gün önce, değişen iştah durumu kontrol altına alınmayıp vücudun ihtiyacından fazla enerji alınması ağırlık artışı ihtimalini yükseltir.

Regl dönemi öncesi çikolata ve bunun gibi tatlı, şekerli yiyeceklerin yenilmek istenmesinin nedeni, östrojen hormonunun vücutta dolaşımının azalmasıdır. Östrojen kadınlar için uyarıcı bir hormondur, vücuttaki seratonin, noradrenalin ve endorfin hormonlarının üretimini artırır. Östrojen azalmasıyla, kan şekerindeki düşme eğilimi artar dolayısıyla bu durum iştah metabolizmasının uyarılmasına neden olur ve sürekli tatlı yeme ihtiyacı hissedilir. Bu nedenle, özellikle bu dönemde az ve sık aralıklarla beslenmek ve glisemik indeksi düşük besinleri tercih etmek oldukça önemlidir.
Dyt. Rabia Yurdagül

İştahının artışının nedeni, vücutta progesteron seviyesinin artması sonucu metabolizma hızında artış görülmesi ve beyne daha fazla kaloriye ihtiyaç duyulduğunun sinyallerini gönderilmesi sonucu vücudun daha fazla kalori alma isteğinin oluşmasıdır.

Vücudun su tutmasının nedeni; bazı araştırmalara göre, östrojen hormonunun vücutta tuzu tutması ve bu durum sonucu vücudun tuz seviyesini normal ve sağlıklı düzeyde tutabilmek için suyu yapısında toplamasıdır. Bazı çalışmalarda ise vücuttaki suyun korunmasında rolü olan vitamin ve minerallerin eksik olması sonucu bu dönemde hassasiyetin arttığı belirtilmektedir. Ödemler genellikle karın bölgesi, göğüsler ve yüz çevresin olmaktadır.

Beslenme;
1. Kan şekeri dengesinin sağlaması için ana ve ara öğün düzenine dikkat edilerek azar azar ve sık sık beslenilmeli.
2. Karbonhidrat kaynağı olarak şeker, tatlı, çikolata gibi besinler yerine ekmek, kepekli makarna, esmer pirinç, bulgur, kuru baklagil ve sebzeler gibi kompleks karbonhidrat kaynakları tüketilmeli.
3. Tuz ve tuz içeriği yüksek salamura besinler, tuzlu bisküviler gibi besinlerin tüketimi minimuma indirilmeli.
4. Bağırsakların çalışmasına yardımcı olan ve tokluk hissini artırmayı sağlayan lif içeriği yüksek besinlerin (sebze ve meyveler gibi) tüketimine ağırlık verilmeli.
5. Çay, kahve, kola gibi kafein içeren içecek tüketiminden ve alkol tüketiminden kaçınılmalı.
6. Su başta olmak üzere yeterince sıvı tüketilmeye özen gösterilmeli.
7. Hormonal denge üzerine olumlu etkisi olduğu için egzersize mutlaka yer verilmelidir.

0 yorum

10 Adımda Cilt Sağlığı

Yaşlanma belirtilerini ilk ele veren ve koruduğumuzda aslında zamana meydan okumamızı sağlayan cildimizin bakımını nasıl yapmamız gerektiğini Hisar Intercontinental Hospital Dermatoloji Uzmanı Dr. Burçak Bozdemir Aral’dan öğrendik…

1 Adım: Cilt tipinizi öğrenin!
Kim kusursuz görünen bir cilt istemez ki? Bunun için ilk adım cilt tipinizi öğrenmektir. Cildiniz;
• Pul pul dökülme görüyorsanız, kuru;
• Parlak, yağlı, büyük gözenekleriniz varsa, yağlı;
• Alın, burun ve çene bölgeniz yağlı, yanak bölgeniz kuruysa, karma;
• Bazı makyaj malzemelerini ve bakım ürünlerini kullandıktan sonra yanma ya da kaşıntı hissediyorsanız hassas;
cilt sınıfına girer.

2. Adım: Cildinizi önce temizleyin!
Normal ve dengeli bir cilt tipine sahipseniz yüzünüzü yıkamak için pahalı ürünleri satın almak zorunda değilsiniz. Cilt tipinize uygun olan yumuşak bir temizleyici kullanın. Bol ılık su ile durulayın, sonra kurulayın. Eğer cildiniz kurur ya da yağlanırsa farklı bir temizleyici deneyin.
Cildiniz kuruysa alkol veya koku içermeyen yumuşak bir temizleyici kullanın. Sabun kullanmayın. Nazikçe bol ılık su ile durulayın, sıcak su kullanmaktan kaçının. Pul pul dökülen deri hücrelerinden kurtulmak için haftada bir kez kuru ciltler için uygun bir peeling deneyin. Cildinizin daha da canlı görünmesini sağlayacaktır.

Cildiniz yağlı ise, yıkamak için jel şeklinde köpüren bir temizleyici kullanın. Bol ılık su ile durulayın.
Cildiniz hassas ise, çok nazik bir temizleyici ile yıkayın ve ılık su ile durulayın. Hatta durulama gerektirmeyen cilt üzerinde kalabilen temizleyici ürünler kullanabilirsiniz. Alkol, sabun, asit veya parfüm içeren ürünler yerine, aloe, papatya, yeşil çay, gliserin ve yulaf gibi maddeler içeren ürünleri tercih edin.

Cildiniz yağlı olsa bile nemlendirilmeye ihtiyacı vardır. Bu nedenle cilt tipiniz ne olursa olsun cildinize özel bir nemlendiriciyi her gün düzenli olarak kullanın. Su bazlı ve nonkomedojenik ( siyah nokta oluşturmayan ) nemlendiricileri tercih edin. Eğer cildiniz yağlı ve akneye yatkınsa hafif ve yağsız nemlendiricleri özellikle tercih edin Nemlendiricinin daha etkili olmasını istiyorsanız cildinizi yıkadıktan hemen sonra nemlendiriciyi uygulayın.

4. Adım: Güneş koruyucu kullanın!
Güneşin sadece 15 dakika içerisinde bile cildinize zarar verebileceğini unutmayın. Kullanılan nemlendiricilerin büyük bir kısmı güneş koruyucu içerse de ayrıca güneş kremi kullanmak özellikle yaz aylarında mutlaka gereklidir. Hava kapalı bile olsa mutlaka güneş kreminizi kullanın ve her üç saatte bir yeniden uygulayın.

5. Adım: Cildinizi ne zaman yıkamanız gerektiğini öğrenin!
Gün içerisinde yüzünüzü çok fazla yıkarsanız kurutursunuz. Sabah ılık su ile yüzünüzü yıkayın. Kurulamak için yumuşak bir havlu kullanın ve kurularken yüzünüzü ovalamayın. Geceleri ise yüzünüzü cildinize uygun bir temizleyici veya yumuşak bir sabun ile yıkayarak günün kir ve makyajından kurtulabilirsiniz.

6. Adım: Makyajınızı temizlemeden uyumayın!
Yorgun olduğunuzda, yüzünü yıkamadan yatağa gitmek isteseniz de; cildinizin üzerinde bıraktığınız makyaj gözeneklerinizi tıkayarak akne oluşumuna neden olur. Makyajınızı temizlemek için yumuşak bir temizleyici ya da makyaj temizleyicilerinden yararlanın.

7. Adım: Meydanı aknelere bırakmayın!
Aknelerinizi sıkmayın. Bu enfeksiyon ve kalıcı izlere yol açabilir. Bunun yerine mutlaka dermatoloğunuza başvurarak akne giderici ürünler konusunda destek alın.

8. Adım: Bronzlaşmanın cilt hasarı olduğunu unutmayın!
Bronzluk hasarlı cilt anlamına gelir. Güneş veya solaryum yardımıyla oluşan ciltteki renk değişiklikleri gelecekte daha kırışık bir cilde sahip olmanıza neden olabilir. Daha güvenli bir bronzluk için, güneşsiz kendinden bronzlaştırıcı ürünleri deneyin.

9. Adım: Makyaj malzemelerinizi paylaşmayın!
Makyaj malzemelerinizi paylaşmayın. Aynı malzemeyi kullanan diğer kişilerde var olan enfeksiyonlar size de bulaşarak cildinizi olumsuz etkileyebilir. Göz enfeksiyonu yada yüz bölgesinde siğil uçuk gibi bir enfeksiyon yaşadıysanız yeniden olmasını engellemek için o sırada kullandığınız ürünleri atıp yerine yenisini alın.

10. Beslenme ve uykunuza önem verin!
Cildinizi akıllı yiyerek sağlıklı tutun. Sebzeler, meyveler, tam tahıllar ve düşük yağlı süt ürünleri tüketin. Tavuk, balık, yağsız et, fasulye ve yumurta gibi yağsız proteinler seçin. Kolesterol, yağ, tuz ve şeker içeriği yüksek olan gıdalardan uzak durun. Bol su içmeye özen gösterin.
Uyku sağlıklı bir cildin olmazsa olmazıdır. Göz çevresinde koyu halkaların olduğu, donuk bir cilde sahip olmak istemiyorsanız düzenli ve kaliteli bir uyku uyuyun. Sigara içmeyin. Stresli yaşamdan uzak durun.

0 yorum

Sağlıklı ve güzel bacaklara kavuşabilirsiniz!

Bacak ağrıları basit varis hastalığına bağlı ise tedavi sonrası daha sağlıklı ve güzel bacaklara kavuşabilirsiniz!

Duplex Ultrason inceleme ile ağrılarınızın varislere bağlı olup olduğunu tek seansta öğrenin!

Op. Dr. Deniz Durak, “bacak ağrıları, ister atardamar ister toplardamarlara bağlı olsun, tanının tek seansta hızlı bir şekilde koyulmasının mümkün olduğunu” belirtiyor.

Her bacak ağrısı varis kaynaklı olmayabilir!

Bacak ağrıları travmaya bağlı olarak veya travma dışında tıbbi nedenlerle ortaya çıkabilir.
Bacak ağrıları; bacakta bulunan kemikler, eklemler, eklemleri stabilize eden ligamentler, kaslar, tendonlar, kan damarları (atardamar, toplardamar), sinirler, ciltte olan zedelenmelere, inflamasyonlara (romatolojik, enfesiyonlara veya diğer nedenlere) bağlı veya nadiren de olsa tümör kaynaklı olabilir. Ayrıca bel bölgesi rahatsızlıklarında ağrı bacağa yansıyabilir. Bazen bacağa gelen atardamarlarda kronik ve ani gelişen tıkanıklıklar bacak ağrılarına neden olabilir.


Atardamarlara bağlı sorunlar ciddi ağrılara, kapanmayan yaralara, hatta bacak kaybına dahi neden olabiliyor.

Bacakta; kalpten kanı getiren atardamarların daralma ya da tıkanması nedeniyle, genellikle hareketle artan, dinlenmekle azalan, ancak ileri dönemlerdeki daralma ve tıkanmalarda (ani gelişen embolik-pıhtıya bağlı- tıkanmalar da olabilir) veya yara gelişmesi durumunda, ancak ciddi ağrı kesicilerle geçebilen, bacağın yetersiz kanlanması nedeniyle olan ağrılar gelişir.

Eğer toplardamar kaynaklı sorunlar basit varis hastalığına bağlı ise tedavi ile düzelebilir, iç varisle ilgili ise başka problemlerin ortaya çıkması engellenebilir.

Bacakta kullanılan kanı kalbe geri götüren toplardamarlardaki sorunlara bağlı olan ağrılar ise; Derin Ven Trombozu (DVT) ve yüzeyel damarların iltihabı (Tromboflebit) halinde veya bacakta kanın göllenmesi nedeniyle olan ağrılar (basit varis veya iç varise bağlı) şeklindedir.

Ortopedik, Romatolojik, diğer sistemik hastalıklar veya bel ağrılarına bağlı ağrılar için birçok tetkik yapılması gerekebilir, tanının konulması masraflı olduğu gibi zaman alabilir. Buna rağmen, bacakta ister atardamar ister toplardamarlara bağlı olsun damar kaynaklı ağrıların tanısını koyabilmek Duplex Ultrason inceleme ile diğerlerine göre daha kolaydır.

Bacak damarlarına bağlı olan ağrıların ciddi sonuçları olabileceği için bacak ağrılarının damar kaynaklı olup olmadığına karar verebilmek büyük önem taşır.

Muayene sırasında yapılan Duplex Ultrason (damar ultrasonu) inceleme ile tek seansta ağrılarınızın damarlara bağlı olup olmadığına karar verilebilir.

0 yorum

Doğum Kontrolünde Doğallık Dönemi Başlıyor...

Doğum Kontrolünde Doğallık Dönemi Başlıyor…
Kadın sağlığına yönelik sunduğu yenilikçi çözümlerle alanında lider olan Bayer Kadın Sağlığı; “Kadın Doğasına Uyumlu Doğum Kontrol Hapını Türkiye’de ilk kez The Edition Otel’de düzenlenen basın buluşmasıyla tanıttı.

Bayer Kadın Sağlığı İş Birimi Direktörü Dr. Oğuz Mülazımoğlu’nun ev sahipliğinde gerçekleşen toplantıya Türk Jinekoloji Derneği (TJOD) Genel Sekreteri Prof. Dr. Ateş Karateke ve İstanbul Üniversitesi - İstanbul Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erkut Attar konuşmacı olarak katıldı.

Doğal ve sağlıklı yaşamı benimseyen kadınları doğala özdeş bir doğum kontrol yöntemiyle tanıştıran Bayer, kadın doğasına uyumlu doğum kontrol hapının tanıtımını doğallık temasını tamamlayan “koku” konseptiyle gerçekleştirdi.

“Doğala Özdeş Doğum Kontrol Hapı”
İlk kez 2009 yılında Almanya’da kullanılmaya başlanan ve şimdiye dek yaklaşık 60 ülkede lansmanı yapılan bu yenilikçi ürünü Türkiye pazarına sunan Bayer adına görüşlerini belirten Bayer Kadın Sağlığı ve Genel Tedaviler – İş Birimi Direktörü Dr. Oğuz Mülazımoğlu, “Türkiye’de kadın sağlığı alanında her kullanılan 10 ilacın 9’u Bayer’e ait. Yeni ürünümüz, doğala özdeş estradiol içerdiği için, geniş bir kitleye hitap edeceğini düşünüyoruz “ dedi. Yenilikçi ürünler ve çalışmalar ile kadın sağlığı alanında lider firma olmaya devam edeceklerini söyleyen Dr. Oğuz Mülazımoğlu; sektöre farklı tanıtım teknikleriyle de yenilikler getirdiklerini belirtti. Mülazımoğlu; ilaç sektöründe bir ilki gerçekleştirerek “duyulara yönelik iletişim” yöntemini uyguladıklarına dikkat çekerek, yeni ürünün tanıtım çalışmalarında doğallığı akılda kalıcı biçimde anlatmak amacıyla özel olarak tasarlanan ve doğallığı çağrıştıran kokudan yararlandıklarını söyledi.

Türkiye’de Kadınlar Bedenlerini Tanımıyor!
Toplantıda söz alan Türk Jinekoloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ateş Karateke, Türkiye’de halen doğum kontrol yöntemleri konusunda yeterli bilincin oluşmadığına dikkat çekerek Bayer adına gerçekleştirilen kadın sağlığı araştırmasını katılımcılarla paylaştı. Karateke; halen doğum kontrol hapları konusunda özellikle Türk toplumunda doğru bilinen yanlışlar olduğuna değinerek kadınların hormonal döngüsü hakkında fikir sahibi olmadığına dikkat çekti.

Karateke; 10.000 kadın arasında yapılan araştırmada kadınların sadece yüzde 20’sinin doğum kontrolü hakkında doğru bilgiye sahip olduklarını ve bunların sadece yüzde 9’unun doğum kontrol haplarında hangi tip hormonun bulunduğunu bildiklerini belirtti.

Doğum Kontrol Hapı Kullanan Kadınlar Cinsellikten Daha Çok Zevk Alıyor!
Doğum kontrol hapı kullanmış olan kadınlar, bu yöntemi cinsel hayatın kalitesi açısından en iyi yöntem olarak tanımlarken geri çekilme ve prezervatife göre cinsellikten daha çok zevk alınmasını sağladığını da belirtiyor.

Kadınlar Doğal bir Yöntem İstiyor!
Prof. Dr. Erkut Attar ise Doğal Doğum Kontrol Hapı Qlairista’nın kadınlar için getirdiği yenilikleri anlattı. Öncelikle her kadının ihtiyacının kendi bedenine göre farklılık gösterdiğinin altını çizen Attar; doğala özdeş doğum kontrol hapı Qlairista’nın; kadınların kendi vücutları ile uyum içinde olan yepyeni bir doğum kontrol yöntemi olduğunu belirtti.

Doğum Kontrol Hapları arasında bir ilk olan bu doğum kontrol hapının kadın vücudunun ürettiği östrojen hormonuyla aynı yapıya sahip estradiol hormonu içerdiğini anlatan Attar; Qlairista’nın kanama miktarını da önemli ölçüde azaltarak kadınların yaşam kalitesini yükselttiğinin de altını çizdi.

Qlairista Nedir?
Qlairista, ilk kez Almanya’da Qlaira adıyla 2009 yılında piyasaya verilmiş olan, dünyada 2,5 milyon kadın tarafından kullanılan, doğal östrojene özdeş “estradiol” içeren ilk doğum kontrol hapıdır

Ne Yenilik Getiriyor?
• Doğala Özdeş estradiol hormonu içeriyor
• Her gün kadın vücudunda üretilen hormon dozlarına tam olarak eşit miktarda hormon içeriyor
• Kanama miktarını azaltarak ve adetleri düzenleyerek kadınların yaşam kalitesini yükseltiyor
• Anti-androjenik özellikleri ile cildin ve saçların görünümünü iyileştiriyor

Hangi kadınlar için?
• Kullanmasında sakınca bulunmadığı halde doğum kontrol hapları almaktan çekinen
• Daha önce farklı doğum kontrol hapları kullanmış ve yan etkiler nedeniyle bırakmış
• Güvenilir ve doğal bir korunma yöntemi arayışı içinde olan, ilk adetten menopoza kadar tüm kadınlar için.


0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI