işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Saçlarınızın Sağlıkla Parlamasını İstiyorsanız...

Kadın güzelliğinin önemli bir parçası olan saçlarınızın, sağlıkla parlayan cildinize eşlik etmesini ister misiniz? O zaman bu yazıyı okumanızda fayda var…

Yaz mevsiminde daha çabuk yıpranan saçlarınızın, nasıl daha sağlıklı bir görünüme kavuşabileceğini Hisar Intercontinental Hospital Dermatoloji Uzmanı Dr. Burçak Bozdemir Aral’dan öğrendik.

Kadınların yaklaşık % 40’ının yaşamları boyunca en az bir kez saç dökülmesi problemi yaşadıklarını belirten Uzm. Dr. Burçak Bozdemir Aral; ‘Kıl köküne yeterli maddelerin ulaşamaması sonucu saç beslenemez, incelir, kırılgan hale gelir ve dökülmeye başlar. Dışarıdan uygulanan kozmetikler saçın temizlenmesini, kolay taranmasını ve görüntüsünü etkiler. Ancak unutmamak gerekir ki saçın beslenmesi ve büyümesi yalnızca kökü yoluyla olur.’ diye konuştu.

Yaz Mevsiminde Işıldayan Tek Şey Cildiniz Olmasın!

Yaz mevsiminde UV ışınlarına ve güneşe normalden daha uzun süre maruz kalma, deniz ve havuz suyuna sık temas etme gibi nedenlerle saçlarınız kurur ve yapısı bozulur. Saç kuruluğunu azaltan bakım ürünleri kullanmak ve saçı yıpratan bu etkilerden uzaklaşmak hasarı azaltmakta önemli role sahiptir. Saçınızın yapısını sağlamlaştırmak ve dökülmeleri azaltmak istiyorsanız;

Yaz mevsiminde daha çabuk yıpranan saçlarınızın, nasıl daha sağlıklı bir görünüme kavuşabilir.

• Saçlı deri tipinize uygun ürünler kullanın.

• Saçınızı aşırı taramayın, sıkı toka ve bandajlar kullanmayın.

• Saç derinize uygun boyaları kullanın.

• Deniz ve havuz suyunun zararlarından korunmak için mutlaka saçınızı deniz veya havuza girdikten sonra yıkayın.

• Uv ışınlarına gereğinden fazla maruz kalmayın. Güneş ışınlarında bulunan UV ışınları saçın mat ve kaba görünmesine neden olur. Saç elastik yapısını kaybederek daha kırılgan hale geldiğinden taramak ve şekil vermek zorlaşır, sık sık kırılır.

• Dermatoloğunuza başvurun ve hekiminizin yönlendirmesiyle saçınızın ihtiyaç duyduğu vitaminleri içeren ilaçları kullanın. Bu vitaminleri uygun olan miktarda besinlerle almak zor olduğundan ve dışarıdan uygulanan kozmetikler saçın beslenmesini etkilemediğinden, ağızdan kullanılan bu ilaçlarla saçın ihtiyaç duyduğu destek sağlanmış olur.

0 yorum

Kadınların korkulu rüyası: Panik atak

Panik çok ani ve beklenmedik şekilde gelişen, kişiyi çaresiz ve işlevsiz kılan yoğun bir korku ve panik halidir.Bu atakların en büyük özelliği kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, nefes alamama, mide bulantısı, baş dönmesi, el ve ayaklarda uyuşma, titreme, sıcak basmaları gibi birtakım bedensel şikayetlerin bu korku haline eşlik etmesidir.Bu şikayetlerin yanı sıra kişi o esnada kontrolünü kaybedeceğine, bayılacağına, kalp krizi geçireceğine, öleceğine veya kimsenin ona yardımcı olamayacağına dair ciddi endişeler yaşar.


Bu ataklar, yaşayan kişi tarafından hem fiziksel hem de duygusal olarak oldukça zorlayıcı ve yorucu deneyimler olarak tanımlanabilir. Öyle ki, atakların sonrasında sakinleşmek ya da atakların etkisinden kurtulmak oldukça uzun süreler alabilmektedir. Zaman zaman bu ataklar gece uykuları sırasında da görülebilir. Gün içerisinde yaşananlara oranla sıklığı daha az olmasına rağmen bu ataklar, kişiyi sebepsiz bir korku ile aniden uykusundan uyandırabilir ve kişinin sakinleşerek kendine gelmesi epey uzun zaman alabilir.


Ataklar daha çok geceleri görülür!
Çok tipik olarak fiziksel bir sebebi olmadan tekrarlayıcı birden çok atak geçiren, yeniden bir atak geçireceğine ve kontrolünü kaybedeceğine dair ciddi korkuları olan ve bu ataklar ışığında davranışlarında çeşitli değişiklikler ve kısıtlamalar yaşayan insanlar bu noktada panik bozukluk tanısı alırlar.
Burada ayırıcı tanı konusu önem kazanmaktadır; zira, diğer anksiyete spektrumundaki hastalıklarda, posttravmatik stres bozukluğunda, ya da bazı maddelerin intoksikasyonu ya da geriçekilme reaksiyonlarında da panik atağa benzer seyirler gösterebilir. Ayırıcı tanı tedavini seyri açısında büyük önem teşkil etmektedir.



Panik atak kadınlarda daha sık görülüyor!
Genellikle kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülen ve yaşamın çeşitli dönemlerinde de ortaya çıkmasına rağmen en sık genç yetişkinlikte kendine gösteren panik atağın ortaya çıkışını anlamak üzere günümüzde değin birçok teori ortaya atılmış. 
Özellikle son yıllarda bu konudaki araştırmaların sayısında artışlar meydana gelmiştir. Bunların en ünlülerinden biri “korkunun korkusu” ya da başka bir deyişle “korkudan korkmak” kavramından yola çıkarak bedensel duyumların bir kez kaygıyla eşleştiğinde takip eden her seferinde bu duyumların kaygı ve korkunun habercisi, tetikleyicisi haline gelebildiğini ifade etmektedir. 
Bu döngüye ek olarak söz konusu kişi aynı zamanda bedeninde gelişen fiziksel semptomları da bir felaket gibi yorumlamaktadır. Bu yorumlar da kaygı ve korkunun daha da artmasına sebebiyet vererek döngüyü daha da kuvvetlendirmektedir. 


Kendini çok dinleyen Panik atağa daha yatkın!
Panik atak aynı zamanda son yıllarda kaygıya duyarlılık kavramı ile de ilişkilendirilmektedir. Buna göre son yıllarda yapılan birçok yabancı kaynaklı araştırma vücudundaki değişimlere hassas olan, fiziksel semptomları felaket olarak yorumlamaya daha yatkın olarak tanımlanan kaygı hassasiyeti yüksek insanların panik atak geçirme risklerinin bu hassasiyeti daha az olan insanlara göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. 
Bunu destekler nitelikte, bu atakların duygu ve düşüncelerden daha çok bedensel duyumlarına odaklanan ve duygularını söze dökme becerileri görece daha zayıf olan kişilerde görüldüğünü de söylemek mümkündür. 
Bu kişilerin daha çok zihninin bedensel duyumlarla ve değişikliklerle meşgul olduğu söylenebilir. Halk arasındaki tabiriyle belki “kendini, bedenini sık sık dinleyen” kişiler bu gruba rahatlıkla dahil edilebilirler.
Kayıplar ilk atağı tetikleyebilir!
Biyopsikososyal yaklaşım ise diğer birçok duygusal sıkıntıda olduğu gibi paniğin biyolojik hassasiyetler, düşünce şekli, ve birtakım sosyal stresörlerin birleşimi ile ortaya çıktığını ifade etmektedir. En başta genetik geçirgenliğin etkili olduğunu, ailesinde panik atak yaşayan bireyler bulunan kişilerin hayatlarının bir döneminde benzer ataklar geçirme olasılıklarının böyle bir aile öyküsü olmayanlara oranla elbette ki daha fazla olacağı bilinmektedir. 
Bu yönde ortaya atılan başka bir teori ise vücudumuzun gerçek ve fiziksel bir tehdit karşısında harekete geçen ve kendimizi korumamıza yol açan bir dizi fiziksel ve zihinsel mekanizmalardan oluşan alarm sisteminin ortada gerçek bir tehdit ya da tehlike yokken gereksiz yere harekete geçmesi şeklinde açıklanabilir. 
Buradaki temel mekanizmalardan birinin kişinin içinde bulunduğu durumu yanlış yorumlaması olduğu belirtilmekte olsa da yine de bu durumun tam olarak nasıl ortaya çıktığı sorusu henüz tam bir yanıta kavuşmamıştır. 
Atakları tetikleyici sosyal faktörlere bakacak olursak ilk atağın genellikle kayıpla bağlantılı bir stres faktörü ile tetiklenebildiğini söylemek mümkündür. Örneğin geçirilen büyük bir hastalık, bir yakının ölümü, iş yaşamında bir stres, veya büyük değişimler atakları tetikleyebilmektedir. 
Bunun yanı sıra birçok araştırma geçmişinde fiziksel ya da cinsel taciz öyküsü olan kişilerin bu atakları yaşama riskinin böyle bir yaşam öyküsü bulunmayan kişilere oranla daha yüksek olduğunu göstermektedir.

Genellikle panik atağa depresyon eşlik eder!
Panik ataklara yönelik yapılan araştırmalar ve klinik bulgular hastalık sürecini en çok etkileyen faktörlerin yaşanan panik atakların sıklığı, kaygının derecesi ile panik bozukluğa sıklıkla eşlik eden depresyon gibi diğer zorlanmaların varlığı olduğunu göstermektedir. 
Bunların yanı sıra hastalığın sürecini ve devamlılığını etkileyen en önemli faktörlerden biri ise birçok hastada görülebilen kaçınma davranışıdır. 
Buna göre, kişi bir kez bir yerde panik atak geçirdiğinde yeniden atak gelecek diye korkarak gerçek dışı bir korku geliştirebilir ve bu durumlardan ve ortamlardan kaçınmaya başlayabilir. Bu bazen öyle bir noktaya varabilir ki kişi evinden çıkmaya korkar hale gelebilir. 
Bu durum agorafobinin eşlik ettiği panik bozukluk olarak tanımlanır ve agorafobinin geliştiği durumlar, ya da daha genel bir deyişle kaçma ve kaçınmanın eşlik ettiği durumlar hastalığın sürmesine ve daha kötü bir prognozu olmasına büyük etki eder. Böyle bir durum elbette ki bu atakların kişinin kendini birçok aktiviteden de alıkoyması anlamına gelerek yaşamını iyice kısıtlamaya başlaması açısından da büyük önem taşır. 


Panik atak mutlaka tedavi edilmeli!
Hem klinik bulgular hem de bu alanda yapılan araştırmalar panik atakların tedavi edilmemesi durumunda kendiliğinden geçme ihtimalinin neredeyse yok denecek kadar az olduğunu, ciddi anlamda kronikleşebilme riskinin yüksek olduğunu göstermektedir. 
Bu nedenle bu atakların yaşanması halinde tedaviye başvurmak oldukça önemlidir. Ancak bu hastalar çoğunlukla birçok tıbbi tetkikten geçmiş şekilde ruh sağlığı uzmanlarına ulaşırlar. Bu birçok hasta için aslında son duraktır. 
Çünkü ilk etapta kendilerine bir şey olacağından korkarak panik içerisinde hastanelere veya en yakın sağlık kuruluşlarına başvururlar. Fakat aldıkları sonuç bir anlamda hayalkırıklığı yaratma derecesindedir çünkü sonuçlar bedensel şikayetlerinin fiziksel bir dayanağı olmadığını gösterir. Bu noktada somut bir şey duyamamak ve bu nedenle de o esnada somut bir tedavi şekli ile karşılaşamamak, kendisine ne olduğunu ve semptomlarını anlamlandırmakta zorlanan hastaları bir türlü rahatlatmaz. 
Hatta ruh sağlığı uzmanlarına başvuran hastalar dahi şikayetlerinin halen fiziksel bir dayanağı olduğuna inanmak ister, bu şekilde bir tedavi sürecinin daha kolay olacağını düşünürler ya da bunun ruhsal bir sorun olduğunu bir türlü kabul etmek istemezler, veya birçoğu doktorların birtakım şeyleri gözden kaçırmış olabileceklerine dair müthiş endişe duyarlar. 
Özellikle tedavinin başlangıç aşamasında yine sıklıkla doktora gitme, çeşitli tahliller yaptırma gibi davranışlar içerisine girebilirler. Bu hasta grubu bu anlamda ne yazık ki tedavide işbirliği sağlamanın görece biraz daha güç olduğu, kısmen dirençli vakalardır denebilir. Ancak işbirliği sağlandığında da tedavisi mümkün olan bir durumdur. 
Fiziksel bir dayanağının olmaması yaşanan bu kaygı ve korkunun büyüklüğü ile bunun ciddiye alınması gereken ve tedavisi mümkün olan bir durum olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu süreçte birçok hasta için medikal destekle birlikte psikoterapi en etkin çözümü sunar.
Ancak atakların çok sık olmadığı, kişinin yaşam kalitesini ve günlük işlevselliğini büyük oranda bozmadığı durumlarda ilaç tedavisi bir uzman değerlendirmesi sonucunda önerilmeyebilir. Fakat ilaç desteği tedavi protokolünün bir parçası olmasa dahi psikoterapi olmazsa olmaz bir parçasıdır.
Psikoterapi çalışması ile hastanın bu semptomların gelişmesine sebep olan duygusal faktörleri ve düşünce süreçlerini anlaması, bu faktörlerle nasıl baş edeceğini, anksiyeteyi azaltıcı ve kontrol altına alıcı çeşitli rahatlama tekniklerini ve bu atakları engellemeyi ya da başladığında kendisini yatıştırabilmesini öğrenebilmesi hedeflenir.
Salt ilaç tedavisinin uygulandığı durumlarda atakların zaman içerisinde nüks etme riski oldukça yüksektir. Eğer siz de bu şikayetleri yaşıyorsanız mutlaka gecikmeden bir uzmana başvurmanız ve tedavi sürecine mümkün olan en kısa sürede başlamanız önerilir.

0 yorum

Meme kanseri erkek'te de görülüyor

BÜLENT Ecevit Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Güldeniz Karadeniz Çakmak, meme kanserinin erkeklerde de görülme olasılığının bulunduğunu söyledi.
Doç. Dr. Çakmak, "’Ben erkeğim, ben de meme kanseri olmaz’ diye düşünmek çok yanlış bir tutum.
Dolayısıyla erkeklerin de memeleri konusuda dikkatli olmaları gerekir" dedi.
Doç. Dr. Güldeniz Karadeniz Çakmak, meme kanserinin sadece kadınlara özgü bir hastalık olarak değerlendirildiğini, ancak erkeklerde de nadiren meme kanserine rastlandığını kaydetti.


Meme kanseri olan erkeklerde pek çok farklı belirti görülebileceğini ifade eden Doç. Dr. Çakmak, şöyle dedi:

"En yaygın görülen belirti meme dokusunda kitle veya kitlelerdir. Tespit ettikleri herhangi bir kitlede ya da farklı bir yapıda mutlaka bir hekime başvurmaları gerekir. Erken dönemde tespit edilmesi, hastalığın tam olarak tedavi edilmesini sağlayabilir. Dolayısıyla da ’Ben erkeğim, ben de meme kanseri olmaz’ diye düşünmek çok yanlış bir tutum.
Erken evrede teşhis çok önemli. Memede bir şişlik tespit edildiği zaman uygulanan tanı yöntemleri aynen kadınlarda uygulandığı gibidir."

KADINDA ERKEN TEŞHİSİN ÖNEMİ
Doç. Dr. Çakmak, meme kanserinin kadınların en sık karşılaştığı kanser türlerinin başında geldiğini, erken dönemde teşhis edilememesi sonucunda da ciddi boyutta hasta kayıplarıyla karşı karşıya kaldıklarını söyledi.
Dünya genelindeki istatistiklere bakıldığında 8 ila 10 kadından birisinin günümüzde yaşa bağımlı olarak meme kanseri ile karşı karşıya kaldığını ifade edene Doç. Dr. Çakmak, "Günümüzde yapılan çalışmalar doğrultusunda özellikle erken dönemde tespit edilen hastalarda memenin tamamını almamız söz konusu olmuyor. Hastaların meme dokusunu korumamız söz konusu oluyor ve buna bağlı olarak da tedavilerini organize edebiliyoruz" diye konuştu.
0 yorum

Bir Jinekoloğa En Son Ne Zaman Gittiniz

Bir yıldan fazla oldu galiba..belki de çok daha fazla.. ama şimdi randevu al, işi gücü bırak, çalışıyorsan patrondan izin al, trafiğe katlan, bir sürü tetkik de istenirse ek masraflar, filan...hem zaten şu anda hiçbir şikayetim yok ki.."

Aman böyle demeyin sakın..sadece ayıracağınız 1-2 saat ve küçük bir bütçe belki de başınıza gelebilecek çok çok önemli bir sorunu daha başında çözecek. Önemli sorun derken açıkçası KANSER'den bahsediyorum.
Rahim, rahim ağzı, yumurtalık ve meme kanserinden. Unutmayın ki tüm bu kanserler belirti vermeye, şikayete yol açmaya başladıklarında muhtemelen geç kalmış olabilirsiniz. ! Evet, kanserlerin önemli bir bölümü halen sadece erken teşhis sayesinde tedavi edilebilmekte. Geç kalındığında yani hastalık ilerlediğinde ise yapılacak tedavilerle belki yaşam süreniz biraz uzatılabilir ama malum sondan kaçamazsınız.

Oysa ki muayene, ultrason ve basit bir smear testiyle (rahim ağzından fırçayla sürüntü alınması) bundan kaçınmak mümkün. Rahim ağzı kanseri yavaş gelişen bir kanser olup, saldırgan kanser olmadan uzun zaman önce smear testi ile bu hücresel değişimler tespit edilebilir. Smear testi rahim ağzı kanserine bağlı ölümleri azalttığı gösterilmiş olan basit ve etkili bir tarama testi. Bundan 20-25 yıl önce ABD'de genital kansere bağlı ölümlerde rahim ağzı kanseri birinci sırayı alırken smear testinin devlet politikaları ile teşvik edilmesi sonucu dördüncü sıraya düşmüştür.

Ülkemizde smear taraması büyük ölçüde kadın doğum hekiminin yönlendirmesi, daha düşük oranda hastanın isteği ile yapılmaktadır. Şikayeti olmasa dahi rutin kontrole giden ve smear testi yaptıran kadınların oranı ne yazık ki halen olması gerekenden çok daha düşük. Cinsel yaşantısı başlamış olan her bayanın yılda bir kez smear testi yaptırmasında fayda var.

Genç bayanlarda arka arkaya üç kez normal çıkarsa 2 yılda bir de yapılabilir. Rahim ağzı kanseri aşısı hakkında son yıllarda ilerlemeler kaydedilmiş olsa da bu konuda halen smear testi tüm diğer önlemlerin önünde değerini korumaktadır.
Karında kocaman kitle olana kadar genellikle bulgu vermeyen yumurtalık kanserleri ise kadın genital kanserleri arasında en acımasız ve sinsi olanı..
Doktorunuzun yapacağı bir ultrason muayenesi ile şüphelenilip istenecek ileri görüntüleme yöntemleri ve kan tahlilleriyle üzerine gidildiğinde ancak ortaya çıkarılabilir.

Aynı şekilde meme kanserinin de kadınların korkulu rüyası ve önce giden ölüm sebeplerinden olduğunu bilerek jinekoloğunuzdan meme muayenesi de talep etmelisiniz. Kendi kendinizi düzenli olarak muayene ediyor olsanız da doktor muayenesinin ve gerekli görülürse istenebilecek olan ultrason veya mamografinin önemi büyük.
Tüm kanserlerin son yıllarda gösterdiği artışı da düşünecek olursak yapılacak şey elimizden geldiği kadarıyla gerekli önlemleri almak.
Sevgili bayanlar, hayat güzel.. neşeyle, sağlıkla, keyifle yaşamalısınız. "Uzun süre oldu galiba.." diyorsanız bugün jinekoloğunuzu aramayı ihmal etmeyin..
Sağlıklı günler dileklerimle…
Doç. Dr. Selman Laçin

0 yorum

Selulit Tedavisi Ve Bitkisel Çözümler

Selülit, hanımların en büyük estetik sıkıntılarından biridir. Dolaşım bozukluğu ile beraber, yağlı beslenme ve hareketsizlik, selülit oluşumunu tetikler. Üst bacak ve baldırlarda sık rastlanan selülitin çeşitli fizyolojik sebepleri olabileceği gibi, genetik yatkınlık da önem arz etmektedir.Portakal görünümüne bürünen cilt kısımları, estetik yönden oldukça rahatsız edicidir.
Selülit tedavisinde, evde uygulanan çeşitli kremlerle sonuç almak mümkündür. Bu kremler, cilde hemen işler ve yağ hücrelerine müdahale eder. 

Tamamen yok edilemese de, azalma sağlamak mümkündür. Evde selülitli bölgelere uygulanan masaj ile kan dolaşımı hızlandırılarak, etkili bir tedaviye başlanabilir. Özel kremler sürülerek, selülit yok edici masaj uygulayan ev tipi masaj aletleri ile düzenli olarak uygulanacak olan masajla da tatmin edici sonuçlar alınabilmektedir. Tıbbi masaj seanslarına gitmek de yardımcı olabilir. Profesyonellerin uygulayacakları özel masajlar ile selülitlerden büyük oranda kurtulmak mümkündür.
Günde en az 2 litre su içilmelidir. Kola, çay ve kahve ya tamamen kesilmelidir, ya da çok az içilmelidir. Tuzlu içeceklerden uzak durulmalıdır. Tatlılardan ve çikolatalardan uzak durulmalıdır. Aşırı bir tatlı ihtiyacı hissedildiğinde, dondurma yenilmelidir. Kebap tarzı etler ve sucuk gibi işlenmiş etler kesinlikle yenmemelidir. 
Konserve gıdalardan özellikle uzak durulmalıdır. Yağsız gıdalar tercih edilmelidir. Bolca sebze tüketilmelidir. Selülit tedavisinde yürüyüş önerilmektedir. Yüzme ve bisiklet sporları da bacakların toparlanmasına büyük katkı sağlamaktadır. Aşırı güneşe maruz kalmanın selülitleri arttırdığı tespit edilmiştir. Selülit tedavisi için bitkisel çözümler de mevcuttur. Zambak yağı, keten yağı ve ardıç yağı karıştırılarak özel bir karışım elde edilir. 

Bu karışıma alternatif olarak, portakal yağı ve buğday yağı, nane yağı ile karıştırılabilir. Biberiye yağı ile jojoba karıştırılarak da bir losyon elde edilebilir.  Bu karışımlardan biri tercih edilerek, her malzemeden aynı ölçekte katılarak hazırlanabilir. Sorunlu bölgelere masaj eşliğinde uygulanabilir. En azından 1 saat beklenilmelidir. Ardından yosun sabunu ile yıkanması çok iyi olacaktır. Alternatif olarak, deniz kumu selülite iyi gelmektedir. Kum cildi canlandırır ve tedavi eder. Tüm bunların dışında, özel tedavi merkezlerine gidilerek, birkaç seansta selülitten kurtulmak mümkün olmaktadır.

0 yorum

Meme Kanserine Karsı Soya

Meme Kanseri, günümüzde sık rastlanan, ancak erken teşhiste tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Çoğunlukla hastalık, memede bir kitle ile belirti verir ve hasta kendi fark ederek doktora başvurur. Memede el ile hissedilebilen kitle, meme iltihabı veya memede oluşmuş bir kistin de belirtisi olabilir.
Bunun netleşebilmesi için, fark edildiği anda doktora gidilmelidir. Diğer belirtilerden biri, memenin tamamen veya kısmen şişmesidir. Cilt üzerinde kızarıklıklar oluşabilir, memede süreklilik arz eden ağrı olabilir. 
Meme başından kanlı veya kansız akıntı gelebilir. Elle hissedilebilen kitle, memede olabileceği gibi koltukaltında da olabilir.
Doktorun meme kanseri teşhisi koymasının ardından, ilk tercih edilecek tedavi yöntemi, genellikle ameliyat ile kanserli dokunun vücuttan alınmasıdır. 

Bunun dışında, kanserli hücreleri yok etmek ve büyümelerinin önüne geçmek için de çeşitli tedaviler uygulanır. Bazı durumlarda iki tedavi yöntemi senkronize olarak uygulanabilir. Kadınların, kendi göğüslerini muayene etmeyi bilmeleri gereklidir. Bu sayede, kişinin düzenli olarak kendi göğsünü muayene etmesiyle, erken teşhis mümkün olmaktadır. Erken teşhis olduğu takdirde, günümüz tıp imkanlarıyla, meme kanserinden kurtulmak kolaylaşmıştır.
             
Beslenme biçiminin, kanser oluşumunda direkt etkili olduğu kanıtlanmıştır. Et yemenin kansere sebep olduğuna dair bir kanıt yoktur. Ancak, etin pişirilme biçimi çok önemlidir. Kızartma ve ızgara yöntemi ile pişirilen etlerde çeşitli kanserojen maddeler oluşur. Bu maddeler, özellikle memede bulunan dokular için çok zararlıdır. Yapılan araştırmalara göre, özellikle meme kanseri riskini azaltmak adına, fazla pişmiş etlerden uzak durmak gerekiyor. Yine araştırmalara göre, bazı besinlerin tüketilmesi ile kanser önlenebiliyor. 
Bunların başında balıklardan alınabilecek olan Omega 3 yağı geliyor.

Özellikle beslenmesinde soyaya sıkça yer veren kadınların, meme kanserine yakalanma riskleri, ciddi oranda azalıyor. Soyanın antioksidan etkisi vardır. Soyanın içeriğinde bulunan maddeler, tümörlerin genişlemesi için gerekli olan kana ulaşmalarını engeller. Meme kanserinden korunmak için günlük 25 ile 100 miligram arası soya alınması gerekir. Uzmanlar, soyanın direkt alınmasındansa, soya içerikli besinler vasıtasıyla alınmasını öneriyorlar. 

Soya peyniri, soya filizi ve soya sütünü sıkça tüketmek, kanserin önlenmesi konusunda büyük bir katkı sağlıyor. Soya, serbest östrojeni ciddi oranda engellediğinden, östrojenin olumsuz etkilerini ortadan kaldırır. Östrojene duyarlı meme tümörleri de vardır. 
Bu durumu yaşayan kadınlar, besin listesinde soyayı ya azaltmalı ya da tamamen ortadan kaldırmalıdır. Soya içerisinde bulunan bir madde, bu tarz tümörlerin büyümelerini tetikleyebilir. Bu sebeple, yararlarını ve olası zararları göz önünde tutarak, haftada ortalama 3 porsiyon soyalı gıda yemek yeterli olacaktır.  

0 yorum

Basen Eritmek İçin Diyet Programı

Özellikle kadınların büyük çoğunluğu, basenlerinden şikâyetçidir. Yağların, vücudun bu kısımlarında toplanmasının sebebi, yanlış beslenmeye eşlik eden hareketsiz yaşam tarzıdır.
Basen eritmek için diyet programı uygulanırken, genel bir diyet yerine, bu bölgeye odaklanan bir program tercih edilmelidir. Bu sayede hızlıca sonuca ulaşmak mümkündür. 
Bahsedeceğimiz diyetin ilk etkileyeceği kısım basendir. Ardından bacaklar da dâhil olmak üzere, bedenin alt kısmında yoğun olarak etkili olacaktır. 6 haftalık süre dolduğunda, ciddi bir değişim gözlemlenecektir.

Bu lokal etkili diyette, 
pazartesi gününün ana yemeği, bir parça göğüs ızgara, yeşil salata ve bir adet meyveden oluşmaktadır. 

Salı günü ise, ana yemekte iki adet yumurta ile yapılan omlet, domates ve havuç yenilmelidir. 

Çarşamba günü, çay fincanı miktarında spagetti ve bir adet de meyve tercih edilmelidir. 

Perşembe gününe gelindiğinde, ince bir dilim tavuk göğüs eti, haşlanmış havuç, haşlanmış brokoli ve bir adet meyve ana yemeği tamamlayacaktır. 

Cuma günü, yeşil salataya ton balığı ve katı yumurta eklenerek yenilebilir. Bir adet meyve ile ana yemek tamamlanır. 

Cumartesi, küçük bir parça hindi göğüs eti, mısırlı yeşil salata eşliğinde yenilmelidir. Diğer günlerde olduğu gibi, bir meyve ile öğün tamamlanmalıdır. 

Haftanın son gününe ait ana yemek ise, 3 dilim yağsız biftek, brokoli ve havuç salatası, son olarak da iki adet haşlanmış patatesten oluşmaktadır. 


Bu diyet, özel bir karışımı içermektedir. Bu karışımın elde edilmesi için; 2 fincan yulaf tanesi, 2 fincan kırılmış fındıklar, 1 fincan buğday, 1 fincan çekirdeksiz kuru üzüm, 1 fincan badem, 1 fincan ayçiçeği tohumu ve 1 fincan ince kesilmiş kuru kayısı, blender yardımı ile karıştırılmalıdır.

Hazırlanan karışım, eşit miktarlarda 12 parçaya bölünmelidir. Ana yemek hariç her porsiyonda, bu karışım bir bardak diyet süte katılarak içilmelidir. Yani, her kahvaltıda, hazırlanan karışım, diyet süt ile içilir. Her gün saat 11:00’da bir adet elma yenilebilir. Öğlen öğününde, yine hazırlanan karışım ve yarım muz yenilebilir. 
Öğleden sonraki saatlerde, bir avuç kuru üzüm atıştırılabilir. Ana öğünler, yazının başında günleri ile verilmiştir.
Yatmadan evvel bir adet portakal yenilebilir. Bu listeye birebir olarak 6 hafta boyunca uyulduğu takdirde, basenlerde ciddi oranda zayıflama görülecektir.

0 yorum

Meme Kanserine Karsı Soya

Meme Kanseri, günümüzde sık rastlanan, ancak erken teşhiste tedavisi mümkün olan bir hastalıktır. Çoğunlukla hastalık, memede bir kitle ile belirti verir ve hasta kendi fark ederek doktora başvurur. Memede el ile hissedilebilen kitle, meme iltihabı veya memede oluşmuş bir kistin de belirtisi olabilir.
Bunun netleşebilmesi için, fark edildiği anda doktora gidilmelidir. Diğer belirtilerden biri, memenin tamamen veya kısmen şişmesidir. Cilt üzerinde kızarıklıklar oluşabilir, memede süreklilik arz eden ağrı olabilir. 
Meme başından kanlı veya kansız akıntı gelebilir. Elle hissedilebilen kitle, memede olabileceği gibi koltukaltında da olabilir.
Doktorun meme kanseri teşhisi koymasının ardından, ilk tercih edilecek tedavi yöntemi, genellikle ameliyat ile kanserli dokunun vücuttan alınmasıdır. 

Bunun dışında, kanserli hücreleri yok etmek ve büyümelerinin önüne geçmek için de çeşitli tedaviler uygulanır. Bazı durumlarda iki tedavi yöntemi senkronize olarak uygulanabilir. Kadınların, kendi göğüslerini muayene etmeyi bilmeleri gereklidir. Bu sayede, kişinin düzenli olarak kendi göğsünü muayene etmesiyle, erken teşhis mümkün olmaktadır. Erken teşhis olduğu takdirde, günümüz tıp imkanlarıyla, meme kanserinden kurtulmak kolaylaşmıştır.
             
Beslenme biçiminin, kanser oluşumunda direkt etkili olduğu kanıtlanmıştır. Et yemenin kansere sebep olduğuna dair bir kanıt yoktur. Ancak, etin pişirilme biçimi çok önemlidir. Kızartma ve ızgara yöntemi ile pişirilen etlerde çeşitli kanserojen maddeler oluşur. Bu maddeler, özellikle memede bulunan dokular için çok zararlıdır. Yapılan araştırmalara göre, özellikle meme kanseri riskini azaltmak adına, fazla pişmiş etlerden uzak durmak gerekiyor. Yine araştırmalara göre, bazı besinlerin tüketilmesi ile kanser önlenebiliyor. 
Bunların başında balıklardan alınabilecek olan Omega 3 yağı geliyor.

Özellikle beslenmesinde soyaya sıkça yer veren kadınların, meme kanserine yakalanma riskleri, ciddi oranda azalıyor. Soyanın antioksidan etkisi vardır. Soyanın içeriğinde bulunan maddeler, tümörlerin genişlemesi için gerekli olan kana ulaşmalarını engeller. Meme kanserinden korunmak için günlük 25 ile 100 miligram arası soya alınması gerekir. Uzmanlar, soyanın direkt alınmasındansa, soya içerikli besinler vasıtasıyla alınmasını öneriyorlar. 

Soya peyniri, soya filizi ve soya sütünü sıkça tüketmek, kanserin önlenmesi konusunda büyük bir katkı sağlıyor. Soya, serbest östrojeni ciddi oranda engellediğinden, östrojenin olumsuz etkilerini ortadan kaldırır. Östrojene duyarlı meme tümörleri de vardır. 
Bu durumu yaşayan kadınlar, besin listesinde soyayı ya azaltmalı ya da tamamen ortadan kaldırmalıdır. Soya içerisinde bulunan bir madde, bu tarz tümörlerin büyümelerini tetikleyebilir. Bu sebeple, yararlarını ve olası zararları göz önünde tutarak, haftada ortalama 3 porsiyon soyalı gıda yemek yeterli olacaktır.  

0 yorum

Basen Eritmek İçin Diyet Programı

Özellikle kadınların büyük çoğunluğu, basenlerinden şikâyetçidir. Yağların, vücudun bu kısımlarında toplanmasının sebebi, yanlış beslenmeye eşlik eden hareketsiz yaşam tarzıdır.
Basen eritmek için diyet programı uygulanırken, genel bir diyet yerine, bu bölgeye odaklanan bir program tercih edilmelidir. Bu sayede hızlıca sonuca ulaşmak mümkündür. 
Bahsedeceğimiz diyetin ilk etkileyeceği kısım basendir. Ardından bacaklar da dâhil olmak üzere, bedenin alt kısmında yoğun olarak etkili olacaktır. 6 haftalık süre dolduğunda, ciddi bir değişim gözlemlenecektir.

Bu lokal etkili diyette, 
pazartesi gününün ana yemeği, bir parça göğüs ızgara, yeşil salata ve bir adet meyveden oluşmaktadır. 

Salı günü ise, ana yemekte iki adet yumurta ile yapılan omlet, domates ve havuç yenilmelidir. 

Çarşamba günü, çay fincanı miktarında spagetti ve bir adet de meyve tercih edilmelidir. 

Perşembe gününe gelindiğinde, ince bir dilim tavuk göğüs eti, haşlanmış havuç, haşlanmış brokoli ve bir adet meyve ana yemeği tamamlayacaktır. 

Cuma günü, yeşil salataya ton balığı ve katı yumurta eklenerek yenilebilir. Bir adet meyve ile ana yemek tamamlanır. 

Cumartesi, küçük bir parça hindi göğüs eti, mısırlı yeşil salata eşliğinde yenilmelidir. Diğer günlerde olduğu gibi, bir meyve ile öğün tamamlanmalıdır. 

Haftanın son gününe ait ana yemek ise, 3 dilim yağsız biftek, brokoli ve havuç salatası, son olarak da iki adet haşlanmış patatesten oluşmaktadır. 


Bu diyet, özel bir karışımı içermektedir. Bu karışımın elde edilmesi için; 2 fincan yulaf tanesi, 2 fincan kırılmış fındıklar, 1 fincan buğday, 1 fincan çekirdeksiz kuru üzüm, 1 fincan badem, 1 fincan ayçiçeği tohumu ve 1 fincan ince kesilmiş kuru kayısı, blender yardımı ile karıştırılmalıdır.

Hazırlanan karışım, eşit miktarlarda 12 parçaya bölünmelidir. Ana yemek hariç her porsiyonda, bu karışım bir bardak diyet süte katılarak içilmelidir. Yani, her kahvaltıda, hazırlanan karışım, diyet süt ile içilir. Her gün saat 11:00’da bir adet elma yenilebilir. Öğlen öğününde, yine hazırlanan karışım ve yarım muz yenilebilir. 
Öğleden sonraki saatlerde, bir avuç kuru üzüm atıştırılabilir. Ana öğünler, yazının başında günleri ile verilmiştir.
Yatmadan evvel bir adet portakal yenilebilir. Bu listeye birebir olarak 6 hafta boyunca uyulduğu takdirde, basenlerde ciddi oranda zayıflama görülecektir.

0 yorum

Jinekolojik Muayeneyi İhmal Etmeyin

Ne yazık ki ülkemizde yaşayan pek çok kadın sadece hastalandığı zaman jinekolojik muayene olmayı tercih etmektedir. Oysa ki pek çok kadın hastalığı basit bir jinekolojik muyanenin ardından erken dönemde teşhis edilerek tedavi edilebilmektedir. Zamanında teşhis edilmeyen hastalıklar ise zamanla ilerlemekte ya kronik bir hale gelmekte ya da hem tedavi süreci uzamakta hem de tedavi masrafları artmaktadır. Jinekolojik muayenin önemi çok büyüktür ve son yıllarda Sağlık Bakanlığı da bayanları bu konuda bilinçlendirmek amacı ile pek çok kampanya yürütmektedir. 

Jinekolojik hastalıklar her geçen yıl yaygınlaşmaya devam ederken smear testi uygulaması da yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.Smear testi diğer tüm kanser tarama testlerinden çok daha kolay olarak uygulanan bir test olup rahim ağzı kanseri başta olmak üzere pek çok hastalığın kesin tanısında kullanılabilmektedir. Yapılan jinekolojik muayenin ardından yapı olarak kulak temizleme çubuğuna benzer bir çubuk olan pap smear çubuğu ile rahim ağzının hemen içinden sıvı alınmasıya yapılmaktadır. Alınan bu sıvı laboratuvar ortamında incelenmekte ve elde edilen verilere göre olası hastalık izleri aranmaktadır. Ülkemizde yeni başlanan uygulama ile beraber smear testi standart bir test haline getirilmiş ve her jinekolojik muayene ardından uygulanmaya başlanmıştır.

Bu uygulama ile beraber ülkemizde rahim ağzı kanseri sonucu ölen kadın hasta sayısında büyük bir düşüş yaşanmıştır. Bunun en önemli nedeni bu test ile beraber rahim ağzı kanseri tanısı konulmasının çok erken evrelerde başarılabilmesi gösterilmektedir. Erken dönemde yakalanan rahim ağzı kanseri tedavisi çok daha kolay bir şekilde yapılabilmektedir. Rahim kanseri başta olmak üzere jinekolojik kanser türleri ve kadın hastalıktarından korunmanın tek yolu düzenli jinekolojik muyane yaptırmaktır. Bu muayeneler hiçbir hastalığı ve rahatsızlığı olmayan kadınlar tarafından belirli bir periyod dahilinde yaptırılmalıdır. Her kadın en azından 3 ayda bir jinekolojik muayeneden geçmeli, en azından yılda bir kere smear testi yaptırmalıdır. Özellikle de cinsel yönden aktif bir hayat yaşayan her kadın hastalıklara daha açık olması açısından bu muayenelere daha da özen göstermelidir.
0 yorum

Meme Kanseri Tedavisi

Son yıllarda en çok yayılan kanser türü olan meme kanseri diğer tüm kanser türlerinde olduğu gibi erken evrede yakalandığı takdirde son derece kolay tedavi edilebilen bir kanser türüdür. Meme kanseri tedavisi planlamasında en önemli etken kanserin tanı konulduğu evredir. Ayrıca yine hastanın genel sağlık durumu ve yaşı tedavinin planlamasında dikkate alınan önemli faktörler arasında yer almaktadır.

Meme kanseri tedavisi için tercih edilen ilk yöntem cerrahi müdahale olarak adlandırılan ameliyattır. Meme kanseri ameliyatı olarak bilinen bu yöntemde meme kanseri henüz ilk evrede yakalandı ise sadece kanserli hücrelerden oluşan kitle alınırken ileri evrelerde memenin bir bölümünün, memenin kendisinin tamamının ya da her iki memenin alınması da söz konusu olur. Ameliyat yapılamayacak kadar çok yayılan meme kanseri vakalarında ise izlenebilecek yöntemler hastanın yaşına ve genel sağlık durumuna bağlı olarak belirlenir. Genç hastalarda ilk önce kemoterapi ile kanserli hücrelerin yayılımı engellenmeye çalışılır. Radyoterapi ile bu tedavi desteklenir ya da sadece kemoterapi yeterli görülebilir.

Kanserli hücrelerin yayılımını geriletme başarısı yakalanırsa hasta yine meme kanseri ameliyatı için hazırlanır ve kanserli dokuların alınması ile tedavi tamamlanır. Ancak bazı durumlarda ameliyat mümkün olmaz ve bu durumda radyoterapi ve kemoterapi tedavileri ile hastanın hem yaşam süresinin uzatılmasına hem de yaşam standartlarının yükseltilmesine çalışılır. Unutulmamalıdır ki tedavideki en önemli yarar hastanın moralini yüksek tutması ve iyileşeceğine kesin olarak inanmasıdır...


0 yorum

Meme Kanseri Belirtileri

Meme kanseri diğer tüm kanser türleri arasında en erken belirti veren kanser türlerinin başında yer almaktadır. Düzenli olarak kendi kendine meme muayenesi yapan her kadın henüz ilk evrede meme kanseri belirtisini yakalayabilir. Peki meme kanseri belirtileri nelerdir?

Meme kanseri belirtileri arasında ilk sırada memede ele gelen kitle yer alır. Memede kitle oluşumu farklı pek çok nedene bağlı olarak meydana gelebileceği gibi akla ilk gelen neden her zaman için meme kanseri olmalı ve meme kanseri taramaları yapılarak bu risk ortadan kaldırılmalıdır. Kadınların büyük çoğunluğunda iyi huylu kitle bulunmakla beraber bu kitlelerin düzenli olarak takip edilmesi büyük önem taşımaktadır. Çünkü memede bulunan her kitle kanser oluşumunu tetikleyebilecek büyük bir risk olarak kabul edilmektedir.

Meme kanseri belirtileri arasında buna ek olarak meme başında meydana gelen şekil bozuklukları, memede deformasyon, memede kızarıklık, meme başından akıntı gelmesi yer almaktadır. Bu belirtilerin tümü kendi kendine meme muayenesi yapan her kadının fark edebileceği basit belirtilerdir. Meme muayenesi için ayna karşısında önce görsel olarak kontrol yapılmalı, meme başında şekil bozukluğu, memede deformasyon ve memede kızarıklık olup olmadığı incelenmeli. Daha sonra ise koltuk altından başlayarak göğüs ucuna kadar hafif dokunuşlarla memede ele gelen kitle oluşumu aranmalıdır.Risk oluşturan bir faktörün belirlenmesi halinde hiç vakit kaybetmeden bir doktora başvuruda bulunulması gerekmektedir.

0 yorum

Jinekolojik Muayeneyi İhmal Etmeyin

Ne yazık ki ülkemizde yaşayan pek çok kadın sadece hastalandığı zaman jinekolojik muayene olmayı tercih etmektedir. Oysa ki pek çok kadın hastalığı basit bir jinekolojik muyanenin ardından erken dönemde teşhis edilerek tedavi edilebilmektedir. Zamanında teşhis edilmeyen hastalıklar ise zamanla ilerlemekte ya kronik bir hale gelmekte ya da hem tedavi süreci uzamakta hem de tedavi masrafları artmaktadır. Jinekolojik muayenin önemi çok büyüktür ve son yıllarda Sağlık Bakanlığı da bayanları bu konuda bilinçlendirmek amacı ile pek çok kampanya yürütmektedir. 

Jinekolojik hastalıklar her geçen yıl yaygınlaşmaya devam ederken smear testi uygulaması da yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.Smear testi diğer tüm kanser tarama testlerinden çok daha kolay olarak uygulanan bir test olup rahim ağzı kanseri başta olmak üzere pek çok hastalığın kesin tanısında kullanılabilmektedir. Yapılan jinekolojik muayenin ardından yapı olarak kulak temizleme çubuğuna benzer bir çubuk olan pap smear çubuğu ile rahim ağzının hemen içinden sıvı alınmasıya yapılmaktadır. Alınan bu sıvı laboratuvar ortamında incelenmekte ve elde edilen verilere göre olası hastalık izleri aranmaktadır. Ülkemizde yeni başlanan uygulama ile beraber smear testi standart bir test haline getirilmiş ve her jinekolojik muayene ardından uygulanmaya başlanmıştır.

Bu uygulama ile beraber ülkemizde rahim ağzı kanseri sonucu ölen kadın hasta sayısında büyük bir düşüş yaşanmıştır. Bunun en önemli nedeni bu test ile beraber rahim ağzı kanseri tanısı konulmasının çok erken evrelerde başarılabilmesi gösterilmektedir. Erken dönemde yakalanan rahim ağzı kanseri tedavisi çok daha kolay bir şekilde yapılabilmektedir. Rahim kanseri başta olmak üzere jinekolojik kanser türleri ve kadın hastalıktarından korunmanın tek yolu düzenli jinekolojik muyane yaptırmaktır. Bu muayeneler hiçbir hastalığı ve rahatsızlığı olmayan kadınlar tarafından belirli bir periyod dahilinde yaptırılmalıdır. Her kadın en azından 3 ayda bir jinekolojik muayeneden geçmeli, en azından yılda bir kere smear testi yaptırmalıdır. Özellikle de cinsel yönden aktif bir hayat yaşayan her kadın hastalıklara daha açık olması açısından bu muayenelere daha da özen göstermelidir.
0 yorum

Makyaj Nasıl Yapılır

Makyaj özel günlerin dışında artık yaşadığımız zaman içinde günlük hayatın da ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Hem kozmetik ürünlerinin artık çok daha uygun fiyatlarla satılması hem de çeşitlerinin artması kadınların makyaj ürünlerine olan taleplerini arttırırken çalışan bayanların sayılarının da artmasında bunda büyük payı bulunmaktadır. Doğru malzemeler ve doğru tekniklere yapılan makyaj sizi birkaç  yaş genç gösterirken aynı zamanda yüzünüzde bulunan orantısızlıkları da kapatmanıza yardımcı olacaktır. 

Peki makyaj nasıl yapılır? 
Makyaj yaparken dikkat edilmesi gereken en önemli konu makyajın miktarını ayarlamaktır. Örneğin gece daveti için çok hafif bir makyajın yapılması ne kadar yanlışsa günlük kullanım içinde çok abartılı bir makyajın yapılması aynı şekilde hatalı bir işlem olacak ve elde edilen sonuç başarısız olacaktır.Yine günlük makyaj için sürekli olarak fondöten kullanımı cildin hava almasını engelleyerek çeşitli cilt sorunlarının oluşmasına neden olacaktır. Günlük kullanım için basit kapatıcıların kullanımı cilt kusurlarını örtme konusunda size yardımcı olacak yine ayrıca makyaj temizliği konusunda da daha az zamanınızı alacaktır. Günlük makyajda basit bir kapatıcı, göz kalemi, giysileriniz ile uyumlu olan bir far, dudak parlatıcısı ve hafif bir allık kullanmanız yeterlidir. Bunların başarılı bir şekilde kombinlenmesi ile hem hafif hem de etkileyici bir makyaj yapmanız mümkündür. Günlük makyajda en önemli bölge göz bölgesi olup özellikle de çalışan bayanların sık sık makyaj tazelemek ile uğraşmamak adına kalıcı göz kalemi ve akmayan rimel kullanmaları tavsiye edilmektedir. Makyaj konusunda en etkili görünümü sağlayan göz kalemi olup kalıcı ve akmayan göz kalemi kullanımı bu açıdan çok önemlidir.

Özellikle de yaz mevsiminde hava sıcaklıklarının yükselmesi ile kullanılan makyaj malzemeleri hem çok daha hızlı bir şekilde uçmakta hem de daha fazla akmaya başlamaktadır. Bu nedenle yaz mevsiminde kozmetik ürün alırken daha titiz davranılması ve mümkün olduğunca ünlü markaların ürünleri tercih edilmelidir. Özel günlerde ise profesyonel makyaj salonlarında ya da güzellik bakım merkezlerinde kalıcı makyaj yaptırılması daha etkili olacaktır. Yine son yıllarda gelinlerin tercih ettikleri porselen makyaj özel günlerinizde güzelliğinize güzellik katacaktır.
0 yorum

Sıkı Bir Cilt İçin Yogurtlu Vücut Maskesi

Sıkı bir cilt her kadının ortak arzusudur. Günümüzde ortaya çıkan yeni yaşam tarzı, fast food tarzı beslenme alışkanlıklarının her geçen gün biraz daha yaygınlaşması ile beraber ne yazık ki cilt sağlığı da olumsuz bir şekilde etkilenmektedir. Sıkı bir cilt için maske yapılmasının çok büyük faydaları bulunmaktadır. Özellikle de yoğurt maskesi cilt sıkılaştırmasında olan etkileri nedeni ile çok sık tercih edilmektedir. 

Peki yoğurt maskesi nasıl yapılır?
Cilt için yoğurt maskesi hazırlamak için kullanılan malzemeler evinizde yer aldığı için herkes bu maskeyi hazırlayabilir. Cilt sıkılaştırma maskeleri arasında en etkili olanlardan biri olan yoğurt maskesi için gerekli malzemeler şunlardır;

3 Yemek Kasıgı Yogurt 
9 Damla limon suyu 
1 çay kasıgı sızma zeytinyagı 
3 çay kaşıgı karbon

Cilt sıkılaştıran maske hazırlamak için bu malzemelerin tümünü karıştırmanız yeterli olacaktır. Elde ettiğiniz karışımı bir fırça yardımı ile sıkılaştırmak istediğiniz bölgeye uyguladıktan sonra kurumasını bekleyin ve ılık su ile durulayın. Bu maskesi hafta da iki kere düzenli olarak uygulamanız halinde cildinizin çok daha sıkılaştığını göreceksiniz. Özellikle de doğum sonrası karın sarkması şikayetleri olan kadınların uygulamasının tavsiye edildiği bu maske aynı zamanda cilt lekelerinin giderilmesinde de çok etkili bulunmaktadır.

Kilo verdikten sonra görülen cilt gevşemelerinde cildinizi sıkılaştıracak bu uygulama için dikkat edilmesi gereken en önemli konu kesinlikle düzenli olarak yapılmasıdır. Maskenin haftada iki kere yapılması ve ara verilmeden en azından 4 hafta uygulanması gözle görülür etkilerinin fark edilmesini sağlaması açısından tavsiye edilmektedir.Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir diğer önemli konu ise daha sıkı bir cilt için tek başına hiçbir maskenin etkili olmayacağıdır. Cilt sıkılaştırıcı tüm maskeler sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz ile desteklenmelidir. Özellikle de su cilt sağlığı açısından çok önemlidir ve yeteri kadar sıvı almayan kişilerde uygulanan maskelerin başarılı olma ihtimali ve başarı oranları düşmektedir. Bu nedenle sağlıklı beslenmenin cilt sağlığı üzerindeki etkileri asla unutulmamalıdır.  
0 yorum

Anne Sütü Nasıl Arttırılır

Bebeklerin sağlıklı gelişimleri için özellikle de ilk 6 ay boyunca anne sütü ile beslenmeleri çok büyük bir önem taşımaktadır. Anne sütü içerisinde barındırdığı önemli enzimler ve etken maddeler sayesinde bebeğinizin daha sağlıklı beslenmesini sağlarken aynı zamanda onu gelecek yaşamında hastalıklardan da koruyacak sihirli bir formül olarak görülmektedir. Anne sütünün faydaları çok fazla olduğu için doktorunuz aksini söylemedikçe kesinlikle ek gıdaya geçiş için acele edilmemelidir.

Günümüzde pek çok anne sütü yeterli olduğu halde bebeklerinin doymadığını düşünerek ek gıdalara çok erken dönemlerde geçiş yapmaya başlamaktadır. Oysa ki size sütünüzün yetmediğini söyleyebilecek tek kişi doktorunuzdur. Bu nedenle kayınvalideniz, anneniz, komşunuz ya da bir arkadaşısınız çocuğunuz çok zayıf olduğunu, doymadığı için ağladığını söylerse yapmanız gereken tek şey buna kulaklarınızı tıkamanızdır. Yapılan tüm bilimsel çalışmalar sanılanın aksine şişman bebeğin sağlıklı bebek olmadığını ortaya koymaktadır. Sütün gerçekten az olduğu anneler ise anne sütünü arttıran besinler ve içeceklerden daha fazla tüketmektir.

Anne sütü nasıl arttırılır sorusunun ilk ve tartışmasız yanıtı kesinlikle annenin stresten uzaklaşması, bebeğini severek ve isteyerek emzirmesi ve asla sütüm yetmeyecek endişesi yaşamamalarıdır. Sütüm yetmiyor endişesi yaşayan ya da sütün yetmiyor diye eleştirilen annelerin sütleri ne zayık ki gerçekten azalmaktadır. Üzüntü, sıkıntı ve stres anne sütünü azaltan en önemli faktörlerdir. Daha mutlu olan anneler bebeklerini daha sağlıklı şekilde besleyebilecektir. Anne sütünü arttıran gıdalar arasında ilk sırayı marul almaktadır. Ayrıca rezene ve ısırgan otu kullanılarak yapılan bitkisel çaylarda anne sütünü arttırmakta etkilidir. Bunlara ek olarak annelerin bol bol sıvı tüketmeleri de anne sütü için önemlidir. Ayrıca kırmızı mercimek çorbasının içine mısır unu, kimyon ve yulaf unu katılması anne sütünü arttırmaktadır. Anne sütünü arttıran sebzeler arasında ise en çok bilineni maruldur. Ayrıca şalgam ve turp da anne sütünü arttırmaktadır. Ancak turp aynı zamanda gaz oluşmasına neden olduğu ve anne sütünden bebeğe de taşındığı için aşırı derecede tüketilmesi önerilmemektedir. Anne sütünü arttırmak için dikkat edilmesi gereken en önemli nokta günde en az 3 litre sıvı tüketilmesi ve bunun en az 10 bardağının saf sudan oluşmasıdır.  
0 yorum

Bir Victoria's Secret Meleği Kolay Yetişmiyor

Victoria's Secret... Evet sizin de adını duyunca içiniz bir hoş oldu, aklınıza o görkemli yılbaşı şovları geldi değil mi? Her senenin başında bize kendilerini izletip iç geçirten, erkeklerin bayıldığı, kızlarınsa kıskançlıktan çatlayıp sevgililerinin gözlerini kör etmek istediği Victoria's Secret melekleri...



Tabii ki o kilolarca ağırlıkta kostümleri, pelerinleri taşımaya rağmen dimdik yürüyebilmek, bir gram fazla yağ olmadan gezebilmek her yiğidin harcı değil.

Güzellik dediğimiz şey, genetik potansiyelin üzerine yapılan rötuşlardan ibaret. Yani genlerinizde yoksa ağzınızla kuş tutsanız da olmuyor. İkisi birden gerekli. Fakat bu rötuşları ustalıkla yapmak, genetik potansiyelin doruklarına ulaşmak o kadar da kolay değil. Bakalım Victoria's Secret melekleri dört dörtlük olmak için neler yapıyorlarmış...

Adriana Lima:  Baş mankenden başlayalım. Öncelikle o pürüzsüz cildi koruyabilmek için sadece güneş koruyucu ve nemlendirici sürüyormuş Adriana. Zaten şovlarda ağır makyaja maruz kaldığından günlük hayatında cildine fazla yüklenmemeyi tercih ediyormuş. Beslenme konusuna gelirsek, kendisi kolay kolay kilo almayan şanslı kesimden. Fakat yine de kendini salmıyor, düzenli olarak spor yapıyor. Boks yapmayı çok seviyor ve günde 2,5 litreden fazla su içiyor.

Miranda Kerr:  Çocuk sahibi olmasına rağmen üstün fiziğini koruyanlardan. En önemli güzellik formüllerinden biri sık sık sebze ve balık tüketmek. Biliyoruz ki vitamin ve mineraller gerek organ ve sistemler, gerekse cildi içten beslemek adına en önemli besin maddelerinden. Kendisi bunu iyi kullanıyor:) Ayrıca her fırsat bulduğunda koşuyormuş Miranda. Sıfır selülite sahip olmak işte bu yollardan geçiyor onun için.

Alessandra Ambrosio:  Dövüş sporları ve sambayla oldukça yakından ilgiliymiş Alessandra. Beslenme konusunda kendisine koyduğu kuralsa oldukça zekice; hiçbir yemekten 2 kaşıktan fazla tatmıyormuş. Tam da sağlıklı olanı yapıyor yani, hem her şeyden tadarak zevkini tatmin ediyor, hiçbir yemekte aklı kalmıyor; hem de bir yemekten tabaklarca yiyip aşırıya kaçmıyor.

Rosie Huntington:  Formunu en çok su içmeye borçluymuş Rosie. Çok da doğru yapıyor. Su adeta vücudumuzun benzini. O olmadan ne metabolizma olur ne yağ oksidasyonu. Ayrıca düzenli spor yapıyormuş. Beslenme konusunda ise şöyle bir alışkanlık edinmiş kendine; soslu, şekerli, kızarmış hiçbir şeyi yemiyormuş. (Kendisini en yakın zamanda ülkemize bekleriz, barbunya pilakileri, baklavaları görüp yine de dayanabilirse helal olsun)

Bar Rafaeli:  Kendisinin en en en büyük avantajı tatlı yemeyi sevmemesi. tatlı sevilmez mi ayol? İnsan değil bunlar dediğinizi duyar gibiyim. Tatlıdan alacağı şekeri meyveden almayı yeğliyormuş. Haftanın yarısı sadece salata ve meyve yiyormuş. Düzenli spor yaptığını söylememe gerek yok sanırım.


Sanırım bu beş güzelin güzel ve formda kalma teknikleri kendinize pay çıkarmanıza yetecek de artacaktır bile. Değil beş, on beş tanesinin de sırlarını öğrensek; bu işin püf noktası bol su içmek, spor yapmak ve her besinden ölçülü tüketmekten geçiyor sevgili hemcinslerim. Hepinize sağlıklı günler dilerim!



Gider ayak şu Victoria's Secret Sevgililer Günü Reklam Tanıtım Filmi'ni de şöyle bırakayım. İzleyip iç geçirmek yok, ders almak var ona göre! :)
0 yorum

Dudak Peeling'inizi Kendiniz Yapın

Yüzümüze peeling yapmaya bile son zamanlarda ısınmışken, dudakları es geçmemize şaşırmamalı. Fakat dudaklar da yüzümüzün bir parçası ve soğuktan, kirden onlar da etkileniyor. Üstelik oldukça hassas bir deriye sahip oldukları için düzenli olarak ölü deriyi atmak gerekiyor.

Öncelikle şu konuda uyarayım, yüzünüze uyguladığınız peeling ürünlerini dudaklarınıza uygulamaya kalkışmamalısınız. Tahmin ettiğinizden çok hasara yol açabilir, kaş yapayım derken göz çıkarıp dudaklarınızı çatlatabilirsiniz.




İhtiyacınız olan malzemeler:

-1 çay kaşığı toz şeker (tercihen esmer şeker)
-1 çay kaşığı bal
-1 çay kaşığı vazelin
-Birkaç damla Zeytinyağı
-Birkaç damla jojoba/kakao/portakal yağlarından istediğiniz biri
-Dilerseniz, favori lip balm'ınızdan bir miktar da katabilirsiniz.

Tüm malzemeleri tahta bir çubukla iyice karıştırıp, buzdolabında 1 saat katılaşmasını bekledikten sonra, kullanmadığınız bir diş fırçası yardımıyla dairesel ve nazik hareketlerle dudaklarınızı fırçalayın. (Yaptığınız karışımı 15 günden fazla muhafaza etmeyin, yapısı bozulabilir. 15 günde bir yenisini yapın.)

Şeker, dudakları ölü deriden arındırırken; yağlar, bal ve vazelin de nemlendirme görevini üstlenecektir. Sonra ılık suyla durulayın ve üzerine lip balm'ınızı uygulayın. Ve gelsin, dolgun, pürüzsüz, pespembe dudaklar!


0 yorum

Aslında Birçoğumuz Yanlış Parfümü Kullanıyoruz

  
Parfüm... Duyunca bile içimizi hop ettiren, kadın erkek çoğu insanın tutkuyla bağlı olduğu, servetler yatırdığı..

 Aslına bakarsak, nihayetinde 1 bardağı bile zor dolduracak bir sıvı. Fakat o baştan çıkarıcı aromaların kokusunu alınca insan pek de öyle düşünemiyor.

  Bana güzel gelen koku başkasına güzel gelmeyebilir. Herkesin üzerinde şık duran koku ayrı. Sadece parfümünüzle bile insanların başını döndürebilirsiniz, o nedenle uygun parfümü seçmek adeta bir sanat;


  1. Öncelikle parfüm alışverişini sabah çok erken veya akşam geç saatlerde yapmayın. Uykusuzluk ve yorgunluk almaçlarınızın çalışmasını etkiler. En ideal saat öğleden sonraki saatlerdir. 
  2. 1-2 koku denedikten sonra bir süre ara vermeye çalışın. Seçimi uzun zaman dilimlerine yayın. Koku nöronları vücutta en kısa sürede adaptasyona uğrayan nöronlardır. Bir süre sonra tüm kokuları birbirine karıştırabilirsiniz. Şunu da eklemek gerekir ki, parfümün asıl kokusu sürüldükten 30 dakika sonra hissedilir.
  3. Ten renginiz, yaşadığınız iklim, hormonlarınız, giyim tarzınız, yaşınıza ve beslenmenize varana kadar her faktör koku seçiminde önemli. Örneğin, daha çok terleyen insanlar kokuyu daha farklı taşırlar. Yağlı cildi olan insanlar kokuyu daha uzun süre taşırlar, gibi...
  4. Parfüm seçmeye giderken üzerinizde asla başka parfüm olmasın. Parfümü denerken saat takmadığınız kolunuza sıkın.
  5. Son olarak, hangi parfümü kullanacaksanız kullanın, en yüksek verimi almak için nabzınızın alındığı noktalara sürün.
Kendimize uygun kokuyu seçebilmemiz için öncelikle koku sınıflarını bilmemiz gerekiyor.

Oryantal: Oldukça ağır, şehvet uyandırıcı, gizemli. Temel notaları vanilya, tarçın, karamel ve amberdir. Sıklıkla baharat aromalarıyla birlikte kullanılır. Kış mevsiminde daha çok tercih edilir. 
Bizim önerimiz: Dior-Midnight Poison, Alexander McQueen-My Queen

Çiçek: Koku ailelerinin en büyüğüdür. En çok kullanılan çiçekler manolya, zambak, gül, orkide ve yasemindir. Hafif, ferah ve fresh kokulardır. Zarif ve sofistike dururlar. Bahar ve yaz mevsimine oldukça uygundurlar.
Bizim önerimiz: Kenzo-Madly, Victoria's Secret-Incredible, Thiery Mugler-Alien

Meyve: Hafif ve çok kalıcı olmayan kokulardır. Limon, elma, turunçgiller, bergamot gibi notalar kullanılır. Romantik bir hava katar. Bahar ve yaz mevsiminde sık tercih edilir.
Bizim önerimiz: DKNY Be Delicious Red, Cacharel-Amor Amor Delight Summer

Şipre: Oldukça yoğun içerik barındırırlar. Kalıcılıkları yüksektir. Temel notaları paçuli, misk, yosundur. Çiçek ve meyve kokularıyla birlikte kullanımı sıktır.
Bizim önerimiz: Avon-Tomorrow (şipre kokularını Avon ve Oriflame'de rahatlıkla bulabilirsiniz)


Yaşam tarzına göre parfüm seçimi;

-Eğer klasik giyimi seven, yüksek topukları sık kullanan biriyseniz oryantal, baharat, sandal içeren kokuları tercih edin.

-Spor giyimi, düz ayakkabıları seviyorsanız taze, hafif kokular tam size göre. Okyanus esintileri,
misk, amber içeren fresh kokuları tercih edin.

-Gece çıkmayı seviyorsanız, günün geç saatlerinde koku algısı zayıfladığından daha yoğun kokular kullanmalısınız. Şipre ve oryantal kokuları size en uygun olanlar.

Kişilik özelliklerine göre parfüm seçimi;

-Hayalperestim, romantizmi severim: Meyve kokuları
-Mütevazıyım, kendimi belli etmekten fazla hoşlanmam: Çiçek kokuları
-Her zaman iddialıyım, büyülemeyi severim: Oryantal, vanilya, karamel

parfum 6115

Hangi tür kokuyu kullanıyorsanız kullanın, sabahları eau de toilette, geceleri eau de parfum tercih edin. Sabahın erken saatlerinde toplu mekanlara girdiğinizde henüz uyanamamış insanları kokunuzla rahatsız etmemiş olursunuz; geceleri ise koku alma algısı zayıfladığından fark edilişi artırırsınız.

Parfümünüzü güneşli havalarda cildinizden ziyade kıyafetlerinize 15 cm uzaklıktan sıkarsanız, olası cilt lekelerinin önüne geçmiş olursunuz.

Son olarak, asla sahte parfüm kullanmayın. Muhteviyatının ne olduğunu bilmediğiniz parfümlerin cildinize zarar vermesi olasıdır. Unutmayın, sağlıklı bir cilde sahip olmak, güzel kokmaktan kat kat önemli..




0 yorum

5 Adımda Evde Manikür

Bir kadını gösteren en önemli unsurlardan biridir elleri. Asla saklayamaz, sürekli göz önündedir, bakımlı ve güzel olmalıdır. Manikür yaptırmak için kuaföre her ay bir ton para dökmeyin, evde hem daha steril, hem de daha pratik biçimde kendi manikürünüzü yapın!


1-Öncelikle, ellerinizi ve tırnaklarınızı bol su ve sabunla güzelce yıkayın. Ojeleriniz varsa temizleyin. Aseton tırnağa zarar verebilir, fazla ovmadan nazik hareketlerle silmeye çalışın.

İpucu: Eğer koyu renk ojeleri tırnaklarınızdan çıkarmakta güçlük çekiyorsanız, ojeyi sürmeden önce altına 1 kat şeffaf oje sürebilirsiniz. Dayanıklılığını da artırmış olursunuz.

2-Ellerinizi, 1 kap suya limon ve zeytinyağı hazırlayarak içinde bekletin. Zeytinyağı etleri yumuşatacak, limon ise tırnakları beyazlatıp daha sağlıklı bir görünüm verecektir.

3-Ellerinizi tekrar yıkadıktan sonra, tırnaklarınızı çok dipten olmamak üzere kesin. Kütikül dediğimiz, tırnak dibindeki etleri asla kesmeyin! Kütiküller, mantar enfeksiyonlarından ellerinizi korumaktadır. Tahta çubukla nazikçe tırnak dibine iterek görünmelerini engelleyebilirsiniz.

4-İşleminiz bittikten sonra nemlendirici, besleyici bir el kremini tırnaklarınıza ve ellerinize masaj yaparak yedirin.

5-Elleriniz nemlendiriciyi iyice emdikten sonra, ojelerinizi sürmeye başlayın! Daha uzun süre kullanmak istiyorsanız, altına ve üstüne birer kat şeffaf oje sürün.

İpucu: Ojelerinizi sürdükten sonra ellerinizi buzlu suda bekletmek, daha çabuk kurumasına yardımcı olur. Fakat bu işlem, ojenizin ömrünü azaltır!
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI