işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
psikolojik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
psikolojik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kalbimiz Duygularımızın Aynasıdır

Kalbimiz, sadece kan pompalayan bir organ değil aynı zamanda duygularımızın da organıdır. Kalbimiz aşk, sevgi, heyecan, mutluluk, üzüntü, nefret gibi duyguların da aynasıdır. 

Yapılan son araştırmalar duygularımızın, kalp sağlığımız üzerindeki etkisinin çok önemli olduğuna dikkat çekiyor. Liv Hospital Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Özkara, özellikle mutlu evlilik ve pozitif düşüncenin hem kadında hem de erkeklerde kalp krizi riskini azalttığına dikkat çekiyor. Doç. Dr. Ahmet Özkara, Sevgililer Günü vesilesiyle kalbiniz için tüyolar veriyor: Stresi azaltın ve sevdiklerinizle mutlu olduğunuz anları artırın…

Sahip olduklarınızın kıymetini bilin
Hepimiz çağımızın en büyük problemi olan stresle baş etmenin yollarını arıyoruz. Stresin kalp ve damar sistemi üzerine negatif etkileri olduğunu uzun zamandır biliyoruz ama aslında stresi azaltmanın birçok yolu var. Bu yollardan belki de en önemlisi mutlu olduğumuz anları artırmak ve yaşamın negatif etkilerini bertaraf edecek konulara odaklanmaktır. Kısacası duygu dünyamız, stresi yönetmekte en önemli faktördür. Sahip olduklarımızın kıymetini bilmek, sevgi ve saygıyı göz ardı etmemek iç dünyamızda daha dingin ve huzurlu olmamızı sağlayacaktır.

Kalbimiz sevgi de pompalar
Doç. Dr. Ahmet Özkara
Bizi üzen olayları düşündüğümüzde ya da yaşadığımızda kalbimizin hızlı attığını, tansiyonumuzun yükseldiğini biliyoruz. Beslenme alışkanlıklarımız da stres altındayken değişir.

Tüm bunlar kardiyovasküler sistemimizi de etkileyecek ve belki de damar sertliği ve kalp ritim bozukluğu olarak bize geri dönecektir. Oysaki mutlu olduğumuz, huzurlu hissettiğimiz anlarda tansiyonumuz normal seyreder, nabzımız düşer ve çarpıntı gibi kalbimiz yoracak bulgular yaşanmaz.

Kalbimiz vücudumuza sadece kan değil, sevgi de pompalar. Pozitif düşüncenin, sevginin ve sahip olduklarımızın kıymetini bilmenin ruh sağlığına katkısı olacağı gibi kalp sağlığına da çok büyük bir etkisi olacaktır.

0 yorum

Grip streslileri seçiyor!

Stresli zamanlarda vücudumuz enfeksiyonlara karşı daha savunmasız oluyor. Yapılan bilimsel çalışmalara göre işsizlik ya da aile içi tartışmalar yaşayan kişilerde soğuk algınlığı ve grip gibi enfeksiyonlar daha sık yaşanıyor. Verem, zona, ülser ve diğer birçok bulaşıcı hastalıkların da stresle yakından ilişkisi olduğu biliniyor.

Mali sıkıntılar, boşanma, üniversite sınavı derken hepimiz günlük yaşamımızda bizi baskı altına alan ve sıkıntıya sokan durumlarla karşılaşıyoruz. Stres, aşırı derecede yaşandığı taktirde zihinsel, ruhsal ve fiziksel açıdan sağlımızı olumsuz yönde etkiliyor. Peki stresli zamanlarda vücudun enfeksiyonlara karşı daha savunmasız olduğunu biliyor musunuz?

Medical Park Ankara Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Mine Işık Arıgün, yapılan araştırmaların stresli dönemlerde soğuk algınlığı ve grip gibi enfeksiyonların daha sık yaşandığı gösterdiğini ifade etti. Uzm. Dr. Mine Işık Arıgün, stresle bulaşıcı hastalıklar arasındaki ilişki hakkında şu bilgileri verdi:

HER İNSAN STRESE FARKLI TEPKİ VERİR
Çoğu kişi günlük yaşamında stresi bir dereceye karşı yönetebilir ve kısa süreli "akut" streslere karşı uyum yollarını bulur. Şiddetli, uzun süreli "kronik" stres durumlarında ise enfeksiyonlara karşı vücudumuzun bağışıklık sistemini etkileyen olumsuz etkiler oluşur. Stres durumlarında vücudumuzda enfeksiyon riski artar.

Yapılan çalışmalar stres düzeyi yüksek ve uzun süreli olan kişilerde bazı bulaşıcı hastalıklara yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ancak stres seviyelerine ve çeşitlerine (duygusal, mali v.b.) göre kişilerin verdiği yanıt bireysel farklılıklar içerir. Bir kişi için önemli bir stres kaynağı olan bir durum, bir başka kişi için aynı etkiye sahip olmayabilir.

SOĞUK ALGINLIĞI RİSKİ STRESLE ORANTILI
1991 yılında yayınlanan Carnegie Mellon Üniversitesi'nde yapılan ortak bir çalışmada, soğuk algınlığı riskinin bir kişinin hayatında stres derecesiyle orantılı olduğunu göstermiştir. 1998 yılında bir başka çalışmada ise en az bir ay süreyle (işsizlik ya da aile içi tartışmalar gibi yaşam olayları için) kronik stres yaşayan insanlarda soğuk algınlığı, grip gibi enfeksiyonların daha sık yaşandığı ortaya çıkmıştır.

HİV VİRÜSÜ BİLE STRESİ SEVİYOR
2000 yılında yayınlanan bir UNC-Chapel Hill çalışmasında, hayatlarında kronik stres olan HIV ile enfekte erkeklerde hastalığın daha hızlı ilerlediği tespit edilmiştir. Her artmış stresli bir olay için AIDS hastalarında klinik olarak ilerleme veya hastalığın ağırlaşması riski 2 katına çıkmaktadır.
Kronik tüberküloz (verem), herpes simpleks virüsü reaktivasyonu (tekrarlayan uçuklar), zona zoster, ülser (bulaşıcı Helikobakter pilori bakterisinin neden olduğu) ve diğer birçok bulaşıcı hastalıkların da stresle bağlantıları gösterilmiş ve stres yönetimi iyi olmayan kişilerde tekrarlayan hastalıklar görülmüştür.

BEYAZ KAN HÜCRELERİ BAĞIŞIKLIK TEPKİSİ VERİYOR
Hastalık yapan mikroplar vücudumuza girdiklerinde özellikle beyaz kan hücrelerimiz tarafından hedef alınırlar. Beyaz kan hücreleri, mikropların ortadan kaldırılması ve bağışıklık yanıtı oluşturmak için çalışmaya başlarlar. Bulaşıcı mikroplara derhal tepki verilir. Bu ilk savunma mekanizmasında akyuvarlarda "doğuştan" bağışıklık tepkisini vardır.

KRONİK STRESTE AKYUVARLARIN İŞLEVİ AZALIYOR
Akut stres dönemlerinde salgılanan stres hormonları nedeniyle akyuvarlar daha da aktif olarak vücuda giren mikro organizmalara karşı savaşırlar. Kronik stres dönemlerinde ise vücutta sürekli olarak yüksek seviyede bulunan stres hormonları yüzünden akyuvarların işlevleri azalabilir. Böylece vücudumuzun hastalıklara karşı savaşma yeteneği de azalır. Bu durum özellikle bağışıklık sistemi zaten zayıflamış olan ileri yaştaki kişilerde daha belirgin görülür.

STRES KİŞİNİN KENDİSİNİ ALGILAMASINI AZALTIR
Stres kişinin kendisine olan algısını azaltır. Strese verilen tepki kişiye göre değişeceğinden, kişilerin de bu nedenle geçirebileceği bulaşıcı hastalıklar çeşitlenir. Bireylerin stresli zamanlarda olaylara tepkisi nasıl farklıysa, çeşitli enfeksiyonlara yakalanma ihtimalleri de diğer faktörlere göre (sigara, alkol kullanımı, obezite vb.) değişiklikler gösterecektir.

STRES TÜRÜNE GÖRE VÜCUDUN YANITI DEĞİŞİR
Akut Stres yanıtı:
Stresli bir olaya vücudumuzun hızla verdiği bir yanıttır. Vücudumuz hemen tepki enerjisini üretmek için kullanılan "stres hormonları" olarak adlandırılan kimyasalları salgılar. Bu durumlarda enerji, kas ve beyin dokularında yönlendirilir. Bağışıklık sisteminin belirli hücreleri (akyuvarlar) daha etkin hale gelir.
Kronik Stres yanıtı: Kişilerde sürekli akut stres yanıtları olduğunda kronik stres durumu oluşur. Zamanla damarların hasarlanması ve kalp hastalığına neden olabilir. Örneğin artan kan basıncı gibi vücutta sürekli değişiklikler olabilir. Kronik stres sonucunda stres hormonlarının sürekli artışı enfeksiyonların da oluşma riskine yol açar. Bu da bağışıklık sisteminin ve beyaz kan hücrelerinin bastırılmasına neden olabilir.
 Psikososyal yardımlar başta olmak üzere stresle başa çıkmak için çok farklı stratejiler vardır. Bazı ilaçlar da belirli bozuklukların neden olduğu stresi azaltmada yardımcı olabilir. Eğer stresle başa çıkma konusunda yardıma ihtiyacınız varsa, doktorunuza görüşmeniz yerinde olacaktır.

0 yorum

Sosyal Fobi En Sık Görülen Ruhsal Hastalıklardan Biri


Medical Park Trabzon Hastanesinde görev yapan Psikolog Niltem Hürfikir, sosyal fobinin toplum içinde konuşurken ya da herhangi bir eylem yaparken yüzün kızarma, ellerin titremesi, terleme ve kendini küçük düşürecek yanlış bir şey yapma korkusu olarak tanımlandığını söyledi. Hürfikir, sosyal anksiyete bozukluğunda kişi sosyal ortamlarda başkalarının kendisine baktığı, kendisini incelediğini, insanların kendisini eleştirebileceği ve yargılayabileceği düşüncesiyle aşırı ölçüde kaygı duyduğunu belirterek, "Kişi ise böyle ortamlarda bulunmaktan kaçar. Kaçamadığı durumlarda ise konuşmalara katılmayıp, ilginin çok az olduğu yada hiç olmadığı yerleri tercih eder. Sosyal fobi, toplum içinde konuşurken ya da herhangi bir eylem yaparken yüzün kızarma, ellerin titremesi, terleme ve kendini küçük düşürecek yanlış bir şey yapma korkusu olarak tanımlanır. Sık görülen sosyal fobiler arasında ise topluluk içine girmek ve konuşmak, yemek, içmek, dikkatin odağı olmak ya da halka açık tuvaletleri kullanmak sayılabilir" dedi.


         Sosyal fobinin en sık görülen ruhsal hastalıklardan biri olduğunu kaydeden Hürfikir, "Bilinen tek bir sebebi yoktur. Araştırmacılar biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin bu fobinin gelişiminde rol oynadığını ileri sürmektedir. Ayrıca sosyal fobi, panik, obsesif-kompülsif bozukluk ve Depresyon gibi diğer zihinsel rahatsızlıklarla bağlantılı olabilir. Sosyal fobinin yaşam boyu görülme oranı yüzde 2-13 arasındadır. En sık görülen ruhsal hastalıklardan biridir. kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülmektedir. Sosyal fobi alt tipine göre değişmekle birlikte erken ve geç ergenlik dönemi arasında başlar. Yaygın tipin daha erken yaşta başladığına dair bilgiler vardır" ifadelerini kullandı. Çocukluk çağından itibaren aşırı çekingen olan kişilerde, gelecekte sosyal fobi görülme riskinin daha fazla olduğunu ifade eden Hürfikir, " Maddi durumu ve sosyal konumu, yetersiz, işsiz ve eğitim düzeyi yüksek olmayanlarda, hiç evlenmemiş kişilerde sık görülmekle birlikte, hastalığın erken dönemlerinde toplum içine yeterince çıkmama da risk etmenleri arasındadır. Kalıtımdan daha çok, çocuk yetiştirme tarzı, ailenin başkalarıyla yeterince görüşmemesi ve ebeveyn modeli önemlidir. Sosyal fobide ilaç tedavisi ve psikoterapi uygulanır. 


    Hastanın durumuna göre bazen tek başına psikoterapi, bazen ilaç tedavisi uygulansa da genelde her ikisinin beraber uygulanmasında başarı daha yüksektir. Tedavi edilmeyen sosyal fobi; kişinin okul, iş, sosyal aktiviteler ve ilişkiler de dahil olmak üzere günlük rutinini bozabilmektedir" diye konuştu.(İHA)
0 yorum

Andropozla Baş Etmek



Çoğu kişi kadınların menopoz dönemi geçirdiğini bilir ancakerkeklerin de kendi menopoz dönemi olduğu pek bilinmez. Erkekler orta yaş krizidiye anılan evreyi yaşarken bazı doktorlar ve araştırmacılar aslında menopozunerkek versiyonu olan andropozu yaşıyor olabileceğini söylemektedir.

Bazı erkekler için bu şaşırtıcı olsa da andropozgitgidedaha iyi bilinmekte ve daha fazla doktor tarafından tanınmaktadır. Erkeklerdeyaş ilerledikçe görülen enerji kaybından depresyona, cinsel istek kaybındancinsel fonksiyon bozukluğuna kadar birçok durum bununla ilişkili görülmektedir.Bazı doktorlar bu belirtileri ve kemik yoğunluğunun azalması, kilo alımı gibibaşka belirtileri yaşayan erkeklerin hormon replasman terapisi veya başka birtedavi almasını tavsiye eder. Andropoz genel olarak ergenliğe girişin tersigibidir. Hormonal, psikolojik, kişisel, sosyal, cinsel ve ruhsal değişikliklerbu şekilde görülür.

Andropoz testosteron hormonunun azalmasıyla karakterizedir.Testosteron erkeklik hormonudur ve yaşlandıkça erkeklerdeki seviyeleri düşer.Ancak bazı erkekler diğerlerine göre bundan daha çok etkilenir. 40 ve 55yaşları arasındaki 25 milyon Amerikan erkeğinin andropozdan bir dereceye kadaretkilendiği düşünülmektedir.

Erkek menopozu andropoz oldukça sinsi olabilir. Testosteronkaybı 35 gibi genç bir yaşta görülebilir ve yılda %1 ila 1.5 oranında seyreder.Menopoza giren kadınlardaki ani östrojen kaybının aksine, yıldan yıla azalantestosteronun menopoza benzer belirtilere sebep olacak kadar azalması uzunzaman alabilir.

Asabiyet, yorgunluk, depresyon, azalan cinsel istek veereksiyon problemi andropozun en sık görülen belirtileridir. Kişi hiçbir şeyleilgilenmek istemediği gibi kıpırdayacak kadar bile enerjisi olmayabilir.Andropoz hakkında ilk çalışma 1940’lı yıllarda yayınlanmış olsa da tıp dünyasıyeni yeni ilgi göstermeye başladı denilebilir. Andropoz yaşayan erkeklerindoktor muayenesi sonrasında sadece belirtilerinin tedavi edilmesi yaygıngörülen bir durumdur. Örneğin andropozsebebiyle depresyon görülüyorsa, sadeceantidepresan ilaç kullanımı doğru bir tedavi değildir. Bu sadece depresyonutedavi ederken, andropozu etkilemez. Ayrıca cinsel istek kaybı gibi diğerbelirtileri daha kötü hale getirebilir.
0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI