işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yaz İshallerinden Korunmak İçin...

Meyvenin, sebzenin en çok olduğu yaz mevsimine girmek üzereyiz. Ancak çoğalan meyve sebze değil; bu dönemde ishallerde de ciddi bir artış görülüyor.

Yaz aylarında daha fazla görülen ishallerin nedenini ve korunma yollarını Hisar Intercontinental Hospital Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Ramazan Gözüküçük’ten öğrendik.

Yaz aylarında artan su ihtiyacı nedeniyle çoğunlukla enfekte suların içilmesi ya da bu sularla yıkanan meyve ve sebzelerin tüketilmesiyle ishallerin daha fazla görüldüğünü ve yazın görülen ishallerin dikkat edilmezse daha ciddi hastalıklara yol açabileceğini belirten Uzm. Dr. Gözüküçük; ‘Doğada, özellikle insan ve hayvan dışkılarıyla kirlenmiş sularda, ishal nedeni olabilecek çeşitli mikroplar bulunur. Bunlar özellikle durgun sularda, kanalizasyonun karıştığı sularda, iyi ilaçlanmamış içme ve kullanma sularında, özellikle yaz aylarında uzun süre canlı kalarak çoğalır. Bu suların içilmesi veya böyle sularla bulaşık yıkanması, sıcak ortamda beklemiş gıdaların, örneğin çiğ sebzelerle hazırlanmış salataların ve meyvelerin tüketilmesi sonucu ishal yapan mikroplar, ağız yoluyla alınarak insanların bağırsaklarına ulaşır.

Bunların bir kısmı bağırsak duvarında iltihap oluşturarak hem bağırsak hareketlerini artırır hem de bağırsağa su ve iltihabi hücrelerin geçişine neden olur. Bir kısmı da bağırsakta iltihap yapmadan, salgıladıkları toksin denilen zehirli maddelerin etkisiyle su ve tuz geçişini artırmak suretiyle ishale neden olur. Bazen insanlar ishal olup bu mikropları dışkıları ile çevreye yayabilir. Dışkıya bulaşmış ellerin ağza götürülmesi sonucu da ishal olunabilir. Bu ishallerin önlenmesinin en önemli yolu, bilinmeyen suların tüketilmemesi, kişisel temizliğe dikkat edilmesi, özellikle ellerin her yemekten önce ve sonra yıkanmasıdır. Kullanılan ve içilen suların klorlanması pek çok mikrobun yaşamasını önler. Şüpheli suların, şüpheli olmasa bile salgın olduğu bilinen yerlerdeki suların, kaynatılarak kullanılması gereklidir. Ayrıca hijyenik koşullara uygun hazırlanmış ve muhafaza edilmiş besin maddeleri tüketilmelidir.’ diye konuştu.

Bu Belirtiler Varsa Yaz İshali Olmuş Olabilirsiniz…
• Dışkılama sayınız arttıysa (Dışkı miktarı ve su içeriği, ince bağırsaklarda hastalık yapan parazit ve bakterilerin ishallerinde fazladır, kalın bağırsakta hastalık yapanlarınkinde ise azdır ve dışkılama sayısı diğerlerine oranla daha fazladır),

• Dışkınız cıvık, patates püresi görünümünde ya da sümüksü, iltihaplı veya su gibiyse yaz ishali olmuş olabilirsiniz.

Su gibi tariflenen ishallerin en ciddisi ve hayatı tehdit edeni dışkının pirinç suyu görüntüsü olarak tariflendiği, kolera bakterisinin yaptığı ishaldir. İltihaplı dışkılamaya ise tifo ve tifo benzeri hastalıklara salmonella bakterileri neden olabilir. İshale yol açan bakterilerin bir kısmı ve bazı parazitler, dışkının iltihaplı, sümüksü görünmesine aynı zamanda bağırsak duvarını da zedeleyerek damarların kanamasına neden oldukları için, ishal kanlı olabilir. Dışkının böyle kanlı ve iltihaplı olması dizanteri olarak adlandırılır. Nedenlerinden birisi şigella denilen bakteri, bir diğeri amip denilen protozoondur. İshalle birlikte bulunan diğer belirtiler karın ağrısı, karında gurultu hissi, bazen bulantı, iltihabi durumlarda bunlara ilaveten ateş olarak karşımıza çıkar.

Dışkılamadan sonra tam rahatlayamama da bir diğer belirti olabilir. Örneğin kalın bağırsak ishallerinde ağrı ve rahatlayamama durumları sıktır. Aşırı su ve tuz kaybına bağlı olarak kalp damar sistemine, böbreklere, sinir sistemine ait kalp ritim bozuklukları, böbrek yetmezliği, şuur bozuklukları gibi belirtiler de olabilir. Dilin kuruması, cildin parlaklık, nem ve yumuşaklığını kaybetmesi, gözlerin göz çukuruna çökmesi gibi belirtiler, su kaybının işaretleridir.

Eğer İshalseniz…
• Öncelikle kaybettiğiniz su ve tuzu geri koymak için pratik olarak hazırlayabileceğiniz su solüsyonu (1 litre kaynatılmış soğutulmuş suya 1 çorba kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı sofra tuzu ve 1 çay kaşığı karbonat konularak karıştırılır) içebildiğiniz kadar sık aralıklarla için. Halk arasında yanlış bir inanış sonucu ishalli çocuklara, ishali artırır endişesiyle su ve sulu besinlerin verilmemesi, ishalin uzamasına, ağırlaşmasına ve buna bağlı başka hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Oysa ishal tedavisinde en önemli nokta sıvı tedavisidir. Yine bu nedenle, bebeklerin emzirilmeye devam edilmesi, hatta daha sık emzirilmesi gerekmektedir.

• Posasız ve yağsız gıdalar tüketin.

• Yağsız makarna, pirinç pilavı, haşlanmış patates-patates püresi, haşlanmış yağsız et ve tavuk, yağsız ızgara köfte yiyebilirsiniz.

• Kuruyemiş, çikolata ve kızartma gibi gıdalardan uzak durun.

• İshaliniz 24 saatten fazla sürdüyse mutlaka en yakın sağlık merkezine başvurun. Çünkü mikrobik ishallerin hemen hepsi 24 saatten fazla devam eder ve hemen hepsi ilaç tedavisi almadan düzelmez.

0 yorum

Reflü İle Reflü Hastalığı Aynı Şey Değil Mi?

Bayındır Hastanesi Gastroenteroloji ve Hepatoloji bölümünden Prof. Dr. Ahmet Kemal Gürbüz, reflü ile reflü hastalığının aynı anlama gelmediğinin altını çizerek “Her ikisi de farklı durumları ifade ediyor” dedi ve reflünün az bilinen yönleriyle tedavisi konusunda şu bilgileri verdi:

Reflü ile reflü hastalığı aynı anlama mı geliyor?
Hayır. Her ikisi de birbirlerini çağrıştırmakla beraber farklı durumları ifade ediyorlar. Gastroözefajial reflü sağlıklı insanlarda mide içi muhtevanın efor harcamaksızın çeşitli defalar yemek borusu içine geri gelmesi demektir ve esasen fizyolojik bir durumdur. Yani bir hastalığı ifade etmez. Bu durumda hem bireyin şikayeti yoktur hem de yemek borusu iç duvarında endoskopik olarak gözle görülür bir hasar yoktur.

Oysa Gastroözefajial Reflü Hastalığında (GÖRH) yemek borusu içine kaçan mide muhtevası gerek mikroskobik ve gerekse endoskopik düzeyde hasar oluşturur. İlaveten hastanın reflüden kaynaklanan şikâyetleri ortaya çıkar. Bu şikayetlerin en tipik olanları ise göğüste yanma ve mide asidinin yemek borusuna gırtlağa erişebilecek derecede geri kaçmasıdır. Hastalar bu hususu boğazlarına yakıcı acı bir su geldiği şeklinde ifade ederler.

Reflü hastalarına endoskopi yapıldığında bu inceleme reflü hastalığı mevcudiyetini mutlaka gösteriyor mu?
Her zaman değil. Bazı reflü hastalarında endoskopik görünüm normal olabilir. Reflü hastalığında şüphe kuvvetli ise böyle bir durumda yemek borusu iç duvarını döşeyen dokudan biyopsiler alınarak patolojik inceleme yapılmalıdır. Endoskopik incelemesi normal bulunan ve biyopsi alınmadan hakkında karar verilen vakalarda maalesef reflü hastalığı tanısı gözden kaçmakta ve böylece hastalar ihtiyaç duydukları tedavi seçeneklerinden mahrum kalabiliyorlar.

Klasik reflü hastalığı göğüste yanma ve asit geri gelmesi şeklindeki belirtileri dışında başka hangi şikâyetlere yol açabiliyor?
Yutma güçlüğü reflü hastalığının yaratabileceği diğer şikâyetlerden biridir ve vakaların yüzde 30’unda karşılaşılır. Bu daha ziyade katı gıdaların yutulması ile ilişkilidir ve yavaş yavaş gelişir. Reflü hastalarının bazılarında ağızlarının aniden hafif ekşi ve tuzlu bir sıvı ile dolması şikâyeti mevcuttur. Ağrılı yutma, hıçkırık, geğirme, bulantı ve kusma gibi şikayetlerde yine reflü hastalığı olan vakalarda yaşanabiliyor.

SESSİZ REFLÜ DE OLABİLİR
Reflü hastalığının astıma, müzmin öksürüğe neden olabildiğini duyuyoruz. Gerçekten reflü hastalığı ile bu rahatsızlıklar arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?
Evet. Reflü hastalığı sadece yemek borusu problemleri yaratmakla kalmaz. Kalp kökenli olmayan göğüs ağrısı, astım, posterior larenjit, kronik öksürük, tekrarlayan zatürre ve bazen diş çürükleri ile seyredebilir. Sindirim sistemine ait olmayan bu bulguları yaşayan reflü hastalarının bir kısmında klasik reflü şikâyetleri olmakla beraber, çok büyük bir kısmında sessiz reflü hastalığı mevcuttur. Dolayısı ile kronik öksürük, göğüs ağrısı, astım ve düzelmeyen larenjit problemleri olan hastalarda sebebin sessiz reflü hastalığı olabileceği aklında tutulmalı ve hastalar bu açıdan incelenmelidir. Şayet astım erişkin yaşlarda başlamışsa, astım açsından bir alerjen tespit edilememişse yahut astım bronş genişletici veya kortizon tipinde ilaçlara yanıt vermiyorsa astım sebebi olarak reflü hastalığı araştırmalıdır. Reflü hastalığı kulak, burun ve boğaz gibi diğer organlarda da bazı rahatsızlıklara yol açar. Reflü larenjit bu rahatsızlıklardan en sık rastlananı olup seste boğuklaşma, boğazda yumru hissi, sık boğaz temizleme ihtiyacı ve tekrarlayan boğaz ağrısı ile kendini belli eder. Reflü hastalığı kronik öksürüğün sinüzit ve astımdan sonra gelen 3. sıklıktaki nedenidir.

Reflü hastalarının bir kısmının aile fertlerinde de reflü hastalığı ile şikayetler olduğunu duyuyoruz. Reflü hastalığı kalıtsal bir özellik mi gösteriyor?
Yapılan çalışmalarda reflü hastalığı olan bireylerin ikizlerinde %30-35 sıklıkla reflü hastalığı belirtileri ortaya çıktığı rapor edilmiş durumda. Ayrıca çocukluk çağında şiddetli formda görülen reflü hastalığının 13. kromozomdaki bir anormallikle ilişkisi olduğu da iddia edilmiş durumda. Dolayısı ile bu hastalığın genetik bir zemini de olabileceği akla yatkın görünüyor.

Son senelerde reflü hastalığı olan insanların sayısında büyük bir artış var gibi. Bilimsel olarak da bu gözlem doğru mudur?
Son 30 yıl içinde batı toplumlarında reflü hastalığı ve bunun sonucunda yemek borusu kanserlerinin giderek arttığı, bunun tersine ülser hastalığının ise giderek azaldığı saptanmış durumda. Son 20 yılda giderek artan biçimde ülserin ana nedenlerinden olan Helikobakter isimli bir bakteri, ülserli hastaların esdoskopileri esnasında tespit edildiğinde bu bakteriye karşıda tedavi uygulanmakta. Dolayısı ile batı toplumlarında son 20 yıldır helikobakter mevcut olan hasta sayısında ciddi azalma ortaya çıkmıştır. Helikobakter tedavisinin sık kullanımı sayesinde toplumda ülser hastalığının tekrarlanması giderek azalırken reflü hastalığı ve neticesinde gelişen yemek borusu kanseri sıklığı ise maalesef artmış görülüyor. Yine batı toplumlarında reflü hastalığı sıklığının son yıllarda önemli oranda artmış olmasının bir diğer nedeninin toplumda yaygınlaşan obezite sorunu olduğu da unutulmamalıdır.

Prof. Dr.
Ahmet Kemal Gürbüz
Toplumda reflü hastalığının yemek borusu kanserine neden olabildiğine dair bir kanı ve korku mevcut. Bu bilgi doğru mudur?
Gastroözefajial reflü hastalığı bulunan bazı kişilerde yemek borusu alt ucunda zaman içerisinde doku değişikliği ortaya çıkabiliyor. Bu durum Barrett’s özefagusu olarak isimlendirilir. Barrett’s özefagusu sıklığı gastroskopi (mide endoskopisi) esnasında endoskopist tarafından tanınır ve teyidi amacı ile bu bölgeden biyopsiler alınarak patolojik inceleme için gönderilir. Reflü şikâyetleri ile gastroenteroloğa giderek endoskopi yapılan vakaların %6-12’inde Barrett’s özefagusu saptanmaktadır. Önemli olan nokta Barrett’s gelişmiş hastalarda yemek borusu kanseri riskinde önemli artış oluşmasıdır. Klasik Barretts’s gelişmiş olan reflü hastalarında yemek borusu kanseri gelişme riski sağlıklı bireylerdeki riskin 30-125 katı seviyesindedir. Son 20 yılda reflü hastalığı nedeniyle ortaya çıkan yemek borusu kanseri sıklığı 5 kat artış göstermiş olup bu artış diğer tüm organ kanserlerindeki artıştan daha yüksektir. Bu nedenler reflü hastalarında artmış kanser riskinin olup olmadığını ortaya koymak amacı ile reflü vakaları endoskopik olarak incelenmeli, gerekli görülenlerde mutlaka biyopsiler alınarak patolojik inceleme yapılmalıdır.

0 yorum

Bel Ağrınız Dinlenme İle Geçmiyorsa

Toplumda en sık görülen rahatsızlıklardan biri olan bel fıtığı, dayanılmaz ağrılar ve hareket kabiliyetine getirdiği sınırlamalar nedeniyle kişiyi günlük yaşamın içine hapsedebiliyor. Bu rahatsızlık günümüzde modern yöntemlerle tedavi edilebilirken, kulaktan dolma bilgiler ciddi sağlık sorunlarının kapısını aralıyor. 

Memorial Hizmet Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Mehmet Tönge, bel fıtığı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi.

Omurgadaki her ağrı bel fıtığı değildir
Kişilerin genetik yapısı, kilosu, mesleği, yaşam tarzı, alışkanlıkları ve kazalar omurga rahatsızlıklarında önemli rol oynar. Ayrıca aşırı kilo, ağır yük kaldırma, ani ve ters hareketler diskin yer değiştirmesine ve sinirlere baskı yaparak fıtıklaşmaya neden olabilir. Omurgadaki diskler de, yaşla birlikte zaman içinde yıpranabilir. Belde ve ayaklarda ağrı ve uyuşma ile birlikte ağrılı bölgede kuvvet kaybı gelişebilir. Omurga eklemlerinde meydana gelen her ağrı ya da uyuşma bel fıtığı değildir.

Zaman kaybı ve yanlış tedavi felç edebilir
Hastanın öyküsü ve fizik muayenenin önemi çok büyük olsa da doğru teşhis ve tedavi için hekim gerekli gördüğü takdirde MR çektirilmesi gerekir. MR, fıtık ile aynı şikayetleri oluşturabilecek kist, kireçlenme, kemik erimesine bağlı omurga kırıkları, omurilik ve kemik tümörü gibi hastalıklar hakkında da bilgi verir. Bir an önce tanı konmalıdır, çünkü ağrı ve kuvvet kaybı uzun sürerse sıkışan sinir görevini yapamaz hale gelir, ilgili adalelerde felç başlayarak, yürüme güçlüğü ve dengesizlik oluşabilir. Ağrı önemsenmez ya da yanlış tedavilerle vakit kaybedilirse önce ağrının olduğu adale grubunda kuvvette azalma, sonrasında tam felç gelişebilir.

Bunlara dikkat edin!
• Fazla kilolar verilmeli, sigaradan uzak durulmalı, düzenli ve bilinçli egzersiz yapılmalı
• Ağır yük kaldırmaktan kaçınmalı
• Sert veya tahta zemine yatılmamalı, ortopedik yataklar tercih edilmeli
• Bel çektirmek, kupa çekmek gibi yetkisiz kişilerce yapılan bilinçsiz uygulamalardan kaçınmalı
• Ağrı, uyuşma ve kuvvet kaybı var ve yatak istirahati ile de geçmiyorsa zaman kaybetmeden beyin cerrahına başvurmalı

Mikrocerrahi tekniğiyle hastalar ameliyattan 1 gün sonra evinde
Bel fıtığında sinir hasarı yokken yatak istirahati, ağrı kesiciler ve fizik tedavi önerilirken, ileri vakalarda yani sinir tahribatının fazla olduğu durumlarda cerrahi işlem tercih edilir. Bel fıtığı tedavisinde “mikrocerrahi tekniği” uygulanır. Mikrocerrahi yönteminde, doğal doku planlarına verilen zarar asgariye indirgenerek disk mesafesine girilir; omurilik ve sinir dokuları rahatlatılır. Omurganın yük taşıyabilme ve hareket edebilme gücü bozulmadığı için hasta ameliyattan 12 saat sonra yürütülmeye başlanabilir ve genellikle ertesi gün hastaneden taburcu edilebilir. Kişiler kısa sürede eski yaşantısına kavuşabilmektedir, hatta ameliyat olduğu gün uçakla, ameliyattan bir gün sonra arabayla ya da otobüsle uzun yolculuğa çıkabilmektedir. Bir hafta sonrasında günlük yaşama kısmen dönüş sağlanabilmekte, hatta iki hafta sonra işine dönebilmekte ve araba kullanılabilmektedir. Ameliyat sonrası hastaların doktor kontrolünde spor yapmaları, ağır yük kaldırmaktan, sürekli oturmaktan ve sürekli egzersiz yapmaktan kaçınmaları gerekmektedir.

Her işlemin bir riski var
Bel fıtığı ameliyatları günümüzde gelişen teknolojinin de etkisiyle yüksek konfor ile hastalara fayda sağlasa da, tıpta her tedavide olduğu gibi bu ameliyatta da bazı riskler olabilmektedir. Başarılı bir ameliyata rağmen hastaların çok küçük bir kısmında fıtık nüksedebilir ya da fıtık tekrar etmediği halde ağrılar, bacakta uyuşukluk veya güç kayıpları düzelmeyebilir. Ayrıca her ameliyatta olduğu gibi çok düşük ihtimal de olsa enfeksiyon kapma, anesteziye bağlı ilave riskler ve kanama gibi riskler mevcuttur. Ameliyattan sonra bacaklarda felç oluşma riski çok çok düşüktür. Toplamda bu ameliyatın günümüzdeki başarı oranı mikrocerrahi teknikler sayesinde %80’lerden %95’lere çıkmıştır.

0 yorum

Hedefe Yönelik Tedavilerle Kansere 12'den Vuruş

Kanserde kemoterapi yani ilaç tedavisinin hastaların psikolojisini de etkileyen olumsuz yan etkileri, günümüzde kullanılan hedefe yönelik akıllı ilaçlar sayesinde azalıyor. Hastaya özel tedavi prensibi ile pek çok kanser türünde kullanabilen ilaçlar, kanserli hücreyi hedefleyici özelliği sayesinde sağlıklı hücrelere neredeyse zarar vermiyor. 

Saç ve kaş dökülmesi gibi yan etkileri minimum seviyede olan akıllı ilaçlar, hastaların yaşam kalitesini de artırıyor.

Memorial Şişli Hastanesi Onkoloji Merkezi’nden Tıbbi Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Serkan Keskin, “1-7 Nisan Ulusal Kanser Haftası” öncesinde, hedefe yönelik ilaçların kanser tedavisi üzerindeki olumlu etkileri hakkında bilgi verdi.

Kemoterapi hastaya özel uygulanır
Kanser tedavisinde kullanılan başlıca yöntemler; cerrahi, kemoterapi ve radyoterapidir. Cerrahi, ilgili bölgenin cerrahi uzmanları, kemoterapi tıbbi onkoloji uzmanları ve radyoterapiyi de radyasyon onkolojisi uzmanları tarafından uygulanmaktadır. Kemoterapi, kanser hastalığının ilaç ile tedavisi anlamına gelir. Kemoterapi başlığı altında birçok tedavi alternatifinden bahsedilebilir. Her organ için ayrı kemoterapi ilacı ve bu ilacın farklı uygulama şemaları vardır. Kimi hastalar haftada bir gün tedavi alırken, bazı hastalara ise üç haftada bir gün veya beş gün tedavi uygulanmaktadır. Bu süre de yine 3 ay olabileceği gibi yıllarca da sürebilir.

Klasik kemoterapi yan etkiye yol açabiliyor
Geleneksel kemoterapide hedef, kanser hücresinin çekirdeğinde yer alan yapılardır. Eğer kanser insan vücudu dışında oluşsaydı ve biz istediğimiz miktarda kemoterapi ilacını bu dokuya verebilseydik kanserin tamamen ortadan kalkması mümkün olurdu. Ancak ilacın vücutta oluşturduğu yan etkiler nedeniyle yüksek dozlar uygulanamaması, tedavi başarısını etkilemektedir. Klasik kemoterapide sağlıklı hücreler kanserli hücrelerden ayrılamamakta ve tedavi sırasında sağlıklı hücrelerin ilaçtan etkilenmesi nedeniyle yan etkiler ortaya çıkmaktadır. Kemoterapi hızlı bölünen hücreleri etkileyen bir özelliğe sahip olduğundan, saç ve mukoza gibi hızlı bölünen normal hücreler de bundan etkilenmektedir.

Hedefe yönelik akıllı ilaç dönemi
Son yıllarda onkolojik tedavinin görünen yüzü değişmeye başlamıştır. Hedefe yönelik tedavi adı verilen bu yöntemlerle, kanser hücresi “özel olarak” hedeflenmektedir. Böylece hem etkili bir tedavi yapılmakta hem de yüksek başarı oranı elde edilmektedir. Yeni geliştirilen ve dünyada kabul gören bu ilaçlar, Türkiye’de de özellikle; meme, akciğer, kolon, yumurtalık kanseri, prostat kanseri ve melanom tedavisinde kullanılmaktadır. Kişinin tümör hücreleri hedefe yönelik ilaca uygunluk açısından test edilerek, hastanın bu tedaviden maksimum yarar sağlaması mümkünse hedefe yönelik ilaç tedavisine başlanmaktadır. Örneğin; meme kanseri hücrelerinde Her-2 reseptörü pozitif, akciğer kanserinde EGFR ve ALK gen mutasyonu var ve kolon kanserinde K-RAS mutasyonu yok ise bu ilaçlardan hasta için uygun olanları tercih edilerek kullanılmaktadır. Uygun olmayan hastalarda ise bu ilaçlar, tedavi başarısı üzerinde olumsuz etkiye neden olabilmektedir.

Tedavide maksimum başarı şansı
Hedefe yönelik ilaçların kullanımının, tedavi başarısı üzerindeki oransal etkileri de bulunmaktadır. Örneğin; meme kanserinde akıllı ilaç kullanımında, hastaların bu ilaçları kullanmayanlara oranla tedaviden gördükleri yarar %50 daha fazladır. Akciğer kanserinde ise akıllı ilaçların hastanın tedavi başarısı üzerindeki etkisi %60-70’e çıkmaktadır. Direkt kanserli hücreyi hedefleyen akıllı ilaçlar sayesinde hastaların yaşam süresinin ve tedavi başarısının artmasının yanında, yaşam kaliteleri de yükselmektedir. Bu tedaviler kapsamlı patolojik incelemeler ve genetik değerlendirmelerin yapılabileceği onkoloji merkezlerinde, başarı ile sürdürülmektedir.

0 yorum

Bağırsak bozuklukları depresyonu tetikliyor

Sağlıksız beslenme ve sağlıksız yaşam şekli, bağırsakların kolon duvarlarında atıkların birikmesine, burada bakterilerin üremesine ve sonuçta da bağırsakların kendi zehrini emmesine yol açıyor. 

Dr. Mustafa Yaşar'ın verdiği bilgilere göre bağırsaklardaki işlev bozukluklarının bilinen kabızlık, gaz, şişkinlik gibi rahatsızlıklar ve günümüzde özellikle iş insanlarında yaygınlığı artan crohn hastalığının yanı sıra depresyon, sık enfeksiyona yakalanma, baş ağrısı, migren ile de bağlantısı var. Bu tür rahatsızlıklar olanlar "bağırsak yıkama tedavisi", yani kolon hidroterapiden yararlanabiliyor.

24 farklı doğal tıp metoduna ilişkin uzmanlıkları bulunan Dr. Mustafa Yaşar, geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan kolon hidroterapi, yani bağırsak yıkama tedavisi ile ilgili bilgiler verdi. Kolon hidroterapiyle bağırsak kıvrımlarında biriken atık maddelerin verilen suyla birlikte boşaltılarak temizlendiğini açıklayan Dr. Yaşar, "Bağırsaklarınız iyi çalışmıyorsa onların işi diğer arınma organlarına kalacaktır. Örneğin bazı cilt sorunları bu nedenden kaynaklanır. Avrupa'da yapılan bir bilimsel çalışmaya göre, bağırsak fonksiyon bozuklukları depresyonun ilk sıralardaki nedeni olduğu tespit edildi." dedi.

Günde bir - kez tuvalete çıkılmalı

Günde bir - iki kez tuvalete çıkmanın normal olduğunu kaydeden Dr. Yaşar, kişinin yine de hidroterapiye ve arınmaya ihtiyaç duyabileceğini ifade etti. Kolon hidroterapinin yalnızca bağırsak hastalıklarında değil, detoks ve bağışıklık sistemini güçlendirme amacıyla da uygulandığını belirten Dr. Yaşar, kolitis ülseroza, crohn, kolit gibi rahatsızlığı bulunanların bu tedaviden en ileri derecede yarar görenler grubuna girdiğini açıkladı. Dr. Yaşar şöyle konuştu: "Sık sık enfeksiyona yakalanma halleri, baş ağrısı, migren ve depresyon hallerinde kolon hidroterapi önemli bir destek tedavisidir. Alerjiler, sedef, egzema, akne gibi cilt hastalıkları, karaciğer yağlanmaları ve karaciğer fonksiyon bozuklukları, alerjik astım bronşial, romatizmal hastalıklar, kireçlenmeler kolon hidroterapiden önemli ölçüde yarar görür."

Kolon hidroterapi nasıl uygulanır?

Nadiren rastlanan karın krampları dışında yan etkisi bulunmayan kolon hidroterapi seansında bir sedye üzerine yatırılan kişiye rektal yoldan bir tüp bağlanıyor. Bu tüp, suyun ısısını, hacmini ve verilme frekansını ayarlayan bir cihazla birleştirilerek yaklaşık 40-45 dakika süreyle ve 5-6 kez kişinin bağırsağı suyla doldurulup boşaltılıyor. Dr. Yaşar, genelde 37-38 derecelik suyla ve arada bir kısa süreler için 25 derecelik suyla bağırsakların yıkandığını, böylelikle bağırsak uyarılarak hem düzleşip şişmesinin önlendiğini, hem de bağırsağın dolaşımının arttırılarak kasılma gücünün artırıldığını bildirdi.

0 yorum

Ağrı kesici bağımlısı kimdir?

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Babür Dora, migren hastalarının doktor doktor gezerek aşırı dozda ağrı kesiciye yöneldiğini, oysa aşırı ağrı kesici kullanımının bir bağımlılık olduğunu ve tedavi edilmesi gerektiğini söyledi.

Türk Nöroloji Derneği Yönetim Kurulu üyesi Dora, "Migrende ağrı başladığında hemen ağrı kesici kullanılıyor ancak önemli olan ağrı gelmeden bunu önleyici ve sıklığını azaltıcı ilaçlar alınmasıdır" dedi. Prof. Dr. Dora, toplumda sık rastlanan migrenin her 100 kişiden 16'sında görüldüğünü bildirdi.

Migrenin "epizodik" ve "kronik" olmak üzere iki ayrı tipi bulunduğunu, "epizodik" migrenin toplumda daha yaygın ortaya çıktığını ifade eden Dora, şu bilgileri aktardı:

"Epizodik migrende baş ağrısı yılda bir kez ortaya çıkabildiği gibi ayda 10-14 kez tekrarlayabiliyor. Kronik migrende ise ayda 15'den fazla tekrarlayan baş ağrısı söz konusudur. Bu tip migrende baş ağrısı artık müzminleşmiştir ve aşırı ağrı kesici kullanımını beraberinde getirir. Hasta giderek ağrı kesiciye bağımlı hale gelir, bu kısır döngü halinde devam eder. İlerleyen süreçte alınan ilaç yeterli olmadığı için doz giderek artırılır. Migren şekil değiştirerek 'ilaç aşırı kullanımı baş ağrısı'na dönüşür. Aşırı ağrı kesici kullanımı bir bağımlılıktır ve tedavi edilmesi gerekir. Böyle bir durumda ilaç kesilmeli ve hasta ilaçtan arındırılmalıdır."

AĞRI KESİCİ BAĞIMLISI KİMDİR?

Ayda 10 günden fazla ağrı kesici kullanan ve bunu en az 3 ay devam ettiren bir kişinin "bağımlı" olduğunu bildiren Dora, ilacın birden kesilmesi halinde vücudun buna tepki verdiğini, baş ağrısının şiddetlendiğini ve bulantı ortaya çıktığını anlattı. Dora, buna karşı uygulanan tedaviyle ilgili şunları kaydetti:

"Migrende yapılan en önemli yanlış, doktor doktor gezen hastanın aşırı dozda ağrı kesiciye yönelmesidir. Bir hastanın elinde 10 çeşit ağrı kesiciyle geldiği oluyor. Bir çok doktor, ağrı kesiciler aşırı kullanıldığında bağımlılık yaptığını bilmiyor. Tedavide hastaya destek veriyoruz. Ayda 10 gün migren ağrısı çeken bir kişinin hem özel, hem sosyal, hem de iş yaşamı olumsuz etkileniyor. Tedavide bu kişilerin ağrı kesicilere duyarlılığını artırıyoruz. Hedef migreni yok etmek değil, hayat kalitesine olumsuz etkisini azaltmaktır."

Migren için ağrı kesiciler dışında çok etkili alternatifler olduğunu dile getiren Prof. Dr. Dora, "Migrende ağrı başladığında hemen ağrı kesici kullanılıyor ancak önemli olan ağrı gelmeden bunu önleyici ve sıklığını azaltıcı ilaçlar alınmasıdır" diye konuştu.

0 yorum

Horlamadan Kurtulmak İçin 7 Adım

Horluyorsanız ve horlamanız artık aile sohbetlerinin eğlence malzemesi haline geldiyse önlem alma zamanının gelmiş demektir.

Yetişkinlerin yaklaşık %45’inde görülen ve tedavi edilmediğinde uyku apnesi başta olmak üzere pek çok problemi beraberinde getiren horlamadan kurtulmak için yapabileceklerinizi Hisar Intercontinental Hospital Baş Boyun Cerrahisi ve Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Seyhan Alkan’dan öğrendik…

1. Uyku pozisyonunuzu değiştirin. Sırtüstü yattığınızda diliniz boğaz arka duvarına ve damağınıza baskı yaparak titreşimli bir ses oluşturur ve horlamanıza neden olur. Bu nedenle mümkün olduğunca yan yatmaya çalışın.

2. Kilonuzu koruyun. İdeal kilonuzun üzerine çıkmamaya çalışın. Kilo horlamanın da en önemli nedenlerinden biridir. Fazla kilo uyku sırasında boynunuza çok fazla ağırlık yüklenmesine neden olarak nefes alışınızı engeller ve horlamaya neden olur.

3. Alkolden uzak durun. Alkol boğaz kaslarını olumsuz yönde etkilediği için özellikle yatmadan birkaç saat önce alındığında horlamanızı artırır.

4. Uyku düzeninizi oluşturun. Kötü uyku alışkanlıkları horlamayı tetikler.

5. Burnunuzu açık tutun. Burnunuz tıkalı oldukça ağzınızdan nefes alıp vereceğiniz için horlama ihtimaliniz artar. Eğer soğuk algınlığı yaşıyorsanız burun tıkanıklığınızı açmak için gerekli ilaçları kullanın ve ılık bir duş alın.

6. Yastığınızı değiştirin. Yatak ve yastığınızda bulunan alerjenler horlamanıza katkıda bulunabilir. Toz akarları yastıklarda birikerek alerjik reaksiyonlara ve horlamaya neden olabilir. Evcil hayvanlarınızın yatağınızda uyumasına izin vermeyin. Yastığınızı altı aylık periyotta; yastık kılıfınızı ise her hafta değiştirin. Horlamayı önlemek için tasarlanmış yastıkları almadan önce mutlaka hekiminize danışın. Yanlış yastık seçimi horlamanızı azaltırken baş ve boyun ağrıları yaşamanıza neden olabilir.

7. Bol su tüketin. Susuz kaldığınızda burun ve yumuşak damağınızdaki salgılar azaldığı için horlama ihtimaliniz artar. Yapılan araştırmalar kadınların günde yaklaşık 11; erkeklerin ise 16 bardak sıvı tüketmelerinin sağlıklı olduğunu göstermiştir.

Bu önlemleri almanıza rağmen hala horluyorsanız mutlaka ayrıntılı bir kbb muayenesi olun ve hekiminiz gerekli görüyorsa uyku testinizi yaptırın.

0 yorum

Sağlıklı yaşamın olmazsa olmazları

Kalbi korumak, alkol ve sigaradan uzak durmak, beslenmeye özen göstermek ve spor yapmak sağlıklı bir vücut için önemli ama yeterli değil…

Temizlikten uyku düzenine, cinsel yaşamdan stresten uzak durmaya sağlıklı yaşamın birçok kuralı olduğunu belirten TOBB ETÜ Hastanesi kardiyoloji uzmanı Dr. Rahşan Turan, hafta da 1 gün de olsa şehirden uzaklaşmayı ve doğayla baş başa olmayı önerdi.

OLMAZSA OLMAZ…

Vücudun hasta düşmemesi, esenlik ve sıhhat durumu iyiliğinin sağlıklı olmayı anlattığını ifade eden Dr. Rahşan Turan, “Sağlıklı yaşam ise kişinin temizliğine ve beslenmesine dikkat etmesi, spor yapması ile birlikte yaz-kış aylarında hastalıklara yakalanmadan yaşamını idame ettirebilmesidir. Sağlıklı yaşam kişinin olmazsa olmazlarındandır” diye konuştu.

SAĞLIK İÇİN BUNLARA DİKKAT!

Egzersiz, kalp sağlığı ve beslenme ilişkisinin önemine dikkat çeken Dr. Turan, sağlıklı bir yaşam için uyulması gerekenler ve kuralları şöyle sıraladı;

1-Spor yapmaya özen gösterilmeli.
2- Sağlıklı beslenmeli; yağlı yemekler ve aşırı yemek yenmemeli, sabah kahvaltısı mutlaka yapılmalı, meyve-sebze tüketimine özen gösterilmeli.
3- Alkol ve sigara tüketilmemeli.
4- Gün içerisinde sürekli oturulmamalı, aktif olunmalı.
5- Kişisel temizliğe ve çevre temizliğine önem verilmeli.
6- Stresten uzak durulmalı.
7- Cinsel yaşama dikkat edilmeli.
8- Uyku düzenine dikkat edilmeli.
9- Haftada bir bile olsa şehrin stresli yaşamından uzaklaşmanız, doğa ile baş başa kalmanız size ve sağlığınıza iyi gelecektir.

TEDBİR ALIN…

Kalp ve damar hastalıkları, batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Kalp sağlığını korumanın yolu önceden tedbir almaktan geçmektedir.

Beslenme
Tansiyonu ve kolesterolü kontrol altına almanın ilk şartı sağlıklı ve dengeli bir diyet uygulamaktır. Bunun için doymuş yağlardan ve tuzdan olabildiğince kaçınmak, meyve, sebze ve lif yönünden zengin besinlere yönelmek gereklidir. Doğru rejimin normal miktarda protein içermesi, bu proteinin ise balık, kümes hayvanları ve az yağlı kırmızı etten (dana eti) alınması önerilmektedir.

Kilo
Yüksek tansiyona yol açan nedenlerin başında fazla kilolar gelmektedir. Fazla kilolu olmak aynı zamanda koroner kalp hastalığı, kalp yetersizliği ve inme için de risk oluşturmaktadır.

Alkol ve sigara
Günümüzde sigara, önlenebilir ölüm sebepleri içinde ilk sırayı almaktadır. Sigara kullanımı, kansere, kalp damarlarının tıkanmasına dolayısıyla kalp krizine sebep olmaktadır.

Fiziksel egzersiz
Düzenli sporun bizi kalp krizi ve inmenin yanı sıra kemik erimesi, şeker hastalığı, kalın bağırsak ve meme kanseri, depresyon ve bunama gibi ciddi birçok kronik hastalıktan koruduğunu gösteren güçlü kanıtlar var. Egzersizin hemen her hücremize olumlu etkisi var desek yanlış olmaz.

KALP SAĞLIĞI VE SPOR

Spor yapmanın kalp ve damar sağlığını doğrudan etkilediğini vurgulayan Dr. Turan, her kas gibi kalp kasının da antrenman yaptıkça daha güçlü ve verimli çalıştığını ifade etti. Dr. Turan, sporun vücutta yarattığı olumlu etkileri şu sözlerle aktardı;

Kalbin çok hızlı çarpmasını önler
Antrenmanlı kalp, sıkıntılı bir durumla karşılaştığı zaman sakin bir tepki verir. Hareketsizliğe alışmış olan kalp ise kolay telaşa kapılır. Örneğin; otobüse yetişmek için koşarken veya çok heyecan uyandırıcı bir durumla karşılaşan kalbin hızı kolayca yükselir, dakikada 180-200'e kadar çıkabilir. Halbuki bir sporcunun kalbi aynı koşullarda daha yavaş atarak tepki verir ve en kısa zamanda normale döner.

Tansiyonu düşürür
Düzenli spor yapanlarda, örneğin günde yarım saat tempolu olarak yürüyenlerde kan basıncının düştüğü biliniyor. Özellikle tansiyon tehlikesi altında olanların her gün yapacakları yürüyüşle bu tehdidi bertaraf etmeleri mümkün. Araştırmalara göre fiziksel egzersiz, yüksek tansiyonu olanlarda tansiyonu kontrol altına almada yardımcı olmakta ve ilaç gereksinimini azaltmaktadır.

Zayıflatır
Düzenli egzersiz sadece spor yapıldığında değil, dinlenme halinde tükettiğimiz enerjiyi de artırdığı için kilo vermeyi kolaylaştırır. Kilo verdikten sonra düzenli spor yapmadan ideal kiloyu korumak çok zordur.

İyi kolesterolü yükseltir
Damar sertliğine karşı koruyucu rol oynayan HDL kolesterolü yükseltmenin yollarından biri egzersiz yapmaktır. Haftada 3 gün 3 kilometre yürüyenlerde bile iyi kolesterolün yükseldiği biliniyor. Egzersizin süresi ve sıklığı arttıkça olumlu etki de artar.

Kanın aşırı pıhtılaşmasını önler
Düzenli egzersiz kanda pıhtılaşmayı başlatan ve güçlendiren maddelerin dengede kalmasına yardımcı olur.

Şeker hastalığını önler
Diyabet olma riski yüksek olanların ellerinde sağlıklı beslenmenin yanı sıra çok güçlü bir silah daha var: düzenli egzersiz. İlaçlardan çok daha etkin, yan etkisi yok, hem de bedava.

Stresi azaltır
Düzenli spor yapanların hareketsiz bir yaşam sürenlere göre daha az endişeli olduklarını, uykularının daha düzenli olduğunu gösteren çalışmalar var.

GEZİNTİ YERİNE HIZLI YÜRÜYÜŞ…

Günde 30 dakika hızlı (saatte 5-6 kilometre hızla) yürümenin ve bunu en az haftada 5 gün yapmanın kalp ve damarlara yararlı olduğu biliniyor. Yarım saat sürekli yürüyemezseniz, günde 3 kere 10 dakika yürüseniz bile yeterli. Yaptığınız egzersiz ağırlaştıkça sağlığa olumlu etkisi artıyor. Buna karşılık gezinti yapar gibi yavaş yürümek aynı yararı sağlamıyor. Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta da 30 dakikalık yürüyüşün normal günlük faaliyetlere ek olarak yapılması gerektiği.

ÖLÜME DAVETİYE ÇIKARMAYIN…

Isınmadan yapılan spor ve ani efor sarf edilmesi, kalbe ani yük getirerek kalp krizi ve ani ölümlere davetiye çıkarır. Gerekli ısınma hareketleri yapılmadan spor yapılması ve böylece kalbe ani yük getirilmesi, kalp duvarlarının kalınlaşmasına, kalbi besleyen damarların sıkışmasına, ritim bozukluğuna ve hatta kalbin durmasına neden olabilir. Doğuştan kalp rahatsızlığı olanlar, ritim bozukluğu sorunu yaşayanlar ve ailesinde kalp rahatsızlığı bulunanlar, bu konuda daha fazla risk altındadır. Bu nedenle bu kişilerin düzenli spor yapmaya başlamadan önce mutlaka bir hekim kontrolünden geçmeleri gerekir.

0 yorum

Rutin kalp kontrolü hayatınızı kurtarabilir!

Tıbbın ilerlemesine ve pek çok kalp hastalığı tedavi edilebilmesine rağmen kalp hastalıkları sonucu ölümler hala tüm dünyada ilk sıralarda yer almakta. Oysa şikayetiniz olsun ya da olmasın rutin kalp kontrolü yaptırmanız hayatınızı kurtarabilir. 

KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kardiyoloji uzmanı Dr. Güven Caner, rutin kalp kontrolünün neden gerekli olduğunu anlattı.

Yakın geçmişe kadar insanlar sadece hastalandıklarında hekime müracaat eder, hastalığına tanı konmasını sonrada tıbbi ya da cerrahi yöntemle hastalığının tedavi edilmesini isterlerdi. Son senelerde ise tanı yöntemlerindeki de hızlı gelişmelerinde etkisiyle hastalanmadan doktora gitmek, henüz hastalık bulguları ortaya çıkmadan tanı koymak ve gerekli önlemleri almak anlayışı yerleşmeye başlamıştı.

Kalp hastalıklarının pek çoğu rutin muayenede ortaya çıkar

Kardiyoloji ve kalp cerrahisindeki tanı ve tedavi yöntemlerinde son senelerdeki inanılmaz ilerlemelere karşın halen tüm dünyada ve tabiî ki ülkemizde de kalp hastalıklarına bağlı ölümler tüm ölümler arasında ilk sıradaki yerini korumaktadır. Bu nedenle hastalığa karşı önlem almak, erken tanı ve tedavi son derece önemlidir. Hele hele risk faktörü dediğimiz kalp hastalığına geliyorum dedirten faktörler (sigara içimi, yüksek kan yağları, ailede kalp hastalığının fazla görülmesi, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, şişmanlık, hareketsizlik, stres li yaşam vb) varsa mutlaka rutin kalp kontrolleri yapılmalıdır. Bunların hiç biri olmasa da doğuştan itibaren rutin kalp kontrolleri gerekmektedir. Doğuştan olan kalp anomalilerinin neredeyse tamamı bu rutin kontrollerde ortaya çıkmaktadır. Kalp kapak hastalıklarının çoğunun tanısı da rutin muayenede konmaktadır.

Halk arasında kalp krizi olarak bilinen akut miyokard infarktüsü genelde çok şiddetli göğüs ağrısı ile ortaya çıkan bir hastalıktır. Nadiren diş ağrısını, mide ya da safra kesesi ağrısını veya kas ağrısını taklit eden ağrı şeklinde kalp krizi geçirenler olabileceği gibi hiç ağrısız kalp krizi geçirenlerde vardır. Bu tür hastaların daha önce kalp krizi geçirdiğini anlamak ancak rutin kalp muayenesi ile mümkündür.

Spora başlamadan önce mutlaka kontrolden geçin!

Yaş kaç olursa olsun spor yapmaya karar veren birinin (bu hafif yürüyüşler şeklinde olsa bile) öncesinde mutlaka rutin kalp kontrolünden geçmesi şarttır. Kişi önce bu sporu laboratuar koşullarında hekim gözetiminde yapıp doktorun olurunu alması gerekmektedir. Ani sporcu ölümlerinin pek çoğu daha önce basit bir kardiyolojik muayeneyle ortaya konulup önlem alınabilecek hastalıklardan kaynaklanmaktadır.
Anne adaylarının hamilelik öncesi mutlak kalp kontrolünden geçmesi gerekir. Daha önce olduğu halde tanı konmamış ve hamilelikte tanı konan hastalarda kullanılması gereken ilaçların pek çoğunun ana karnındaki bebeği de etkilemesi tedavide büyük sıkıntılara neden olabilmektedir.

Rutin kalp kontrolünde saptanacak örneğin kan yağları yüksekliği, hafif bir tansiyon yüksekliği gibi durumlarda önceden önlem alınarak daha sonra yaşanması muhtemel bir kalp krizi ya da inmeden korunmak mümkündür. Genelde herhangi bir bulgu vermediğinden yüksek kan yağları, yüksek tansiyon ve daha pek çok kalp hastalığı rutin kalp kontrollerinde ortaya çıkar. Rutin kontrolde kalp içinde kitle tespit edilip erken dönemde ameliyat edilerek hayatı kurtulan hastalarda vardır.

Sonuç olarak yakınması olsun olmasın herkesin rutin kalp kontrollerini (daha sık kullanılan adıyla kardiyolojik check- up larını) önemsemesi ve düzenli yaptırması gerekir.
0 yorum

Ağrı kesici kullanmak fıtık ediyor!

Yapılan araştırmalara göre; bel ve boyun ağrılarında sıkça başvurulan ağrı kesicilerin doku iyileşmesini yavaşlattığı ve fıtık oluşumunu hızlandırdığı açıklandı.

Günümüzde her üç kişiden biri kronik olarak boyun ve bel ağrısı şikâyeti yaşıyor. Özellikle uzun saatler boyunca masa başında hareket kısıtlılığı içinde çalışan, egzersiz ve spor yapmaya vakti olmayan ve fastfood tarzı beslenmeye ağırlık verenler bu şikayetleri yaşayanlar arasında ilk sırayı alıyor. Yapılan yeni araştırmalara göre bel ve boyun ağrılarını geçici olarak dindirmek için alınan ağrı kesicilerin dokuların iyileşmesini yavaşlatarak uzun vadede bel ve boyun fıtığı oluşumunu tetiklediği açıklandı.

‘Sık ve Yüksek Dozda Kullanılan Ağrı Kesiciler, Fıtık Oluşumunu Tetikliyor’
Bel ve boyun ağrıları fıtık oluşumunun sinyallerinin verildiği ilk evreyi oluşturuyor. Bu dönemde sık ve yüksek dozda kullanılan ağrı kesicilerin, omurgayı saran bağların zayıflamasına neden olarak fıtık oluşumunu hızlandırdığını belirten Türkiye Proloterapi ve Ağrı Kliniği Direktörü Uzm. Dr. İlker Solmaz, “ Boyun ve bel bölgesini saran bağların zayıflaması sonucu omurgalar üzerindeki baskı artar ve omurgalar arasında bulunan disk dokusu dışarı kayarak fıtık oluşumu gerçekleşir” dedi.

Bel ve boyunda ağrı şikayetlerinde yaşanmaya başladığı ağrı şiddetinin düşük olduğu dönemde ağrı kesiciler ile çözüm aramak yerine ağrının kaynağının tespit edilerek sebeplere yönelik tedavinin uygulanması gerektiğine dikkat çeken Dr. Solmaz, ağrıya neden olan hasarlı bölgenin vücut tarafından iyileştirilmesini sağlayan ve bugün dünyadaki en etkili doku onarıcı tedavi olan enjeksiyon uygulaması Proloterapi ile kalıcı iyileşme sağlandığı bilgisini verdi.

Ağrı Kesiciler Geçici Çözümler Vererek, Kalıcı Hasarlar Meydana Getirebilir!
Dr. Solmaz, “Ağrılar, vücudumuzun bizimle konuşma şeklidir ve bize hastalığın gelişine dair sinyaller verir. Bilinçsizce kullanılan ağrı kesiciler birçok hastalığın bulgularını geçici olarak yok edip, uzun vadede geri dönüşü olmayan rahatsızlıklara zemin hazırlayabilir. Özellikle bel ve boyun ağrılarında çok sık başvurulan ağrı kesiciler fıtık oluşumuna zemin hazırlamakla birlikte birçok organa da zarar vererek, mide, böbrek ve karaciğerde geri dönüşü olmayan tahribatlar yaratmaktadır“ dedi.

Ağrı Kesiciler Bağların İyileşmesini Engelliyor
Uzm. Dr. İlker Solmaz, bilimsel araştırmalar ve hasta istatistiklerinde sık ve yüksek dozda ağrı kesici kullanan hastalarda fıtık oluşumunun daha yüksek olduğunun gözlendiği bilgisini verdi.

Dr. Solmaz, yapılan araştırmalara göre; bağların iyileşmesinde çok önemli role sahip olan enzimlerin hasarlı bölgelere iletilmesini engelleyerek, bağlara daha fazla zarar verip, tam iyileşmeyi imkânsız kıldığı ve ağrıyı dindirme etkisiyle hastaların rahatsızlıklarını erken dönemde fark etmelerini önlediği bilgisini verdi.
Uzm. Dr. İlker Solmaz

Proloterapi Yöntemi İle Fıtığa Neden Olan Hasarlı Bölgeler Vücut Tarafından İyileştiriliyor
Bel ve boynu saran hasar görmüş bağların ve de kıkırdak dokunun onarılmasını sağlayan enjeksiyon uygulaması Proloterapi hakkında da açıklamalarda bulunan Dr. Solmaz, “Proloterapi yöntemi dünyada 1930 yılından günümüze uygulanan, vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizmasını harekete geçiren bir enjeksiyon uygulamasıdır. 

Bel ve boyun fıtığına sebep olan hasarlı bölge içine, içinde şeker bulunan serum enjekte edilerek bu bölgede mikropsuz iltihap oluşturulur. Mikropsuz iltihap, bağışıklık sisteminin hasarlı bölgeye yönelmesini sağlayan bir uyaran niteliğindedir. Vücut, iltihabı yok etmek için iyileştirme mekanizmasını devreye sokarak hasarlı bölge üzerinde kan akışını artırır ve iyileştirici hücrelerin bu bölgeye gelmesi sağlanır. İltihap, vücut tarafından yok edilirken hasarlı bölgenin de hızla onarılıp, yenilenmesi sağlanır. Bu yöntemle hastalar, ilaç ya da ameliyata gerek kalmadan; omurga, kas ve iskelet sistemi kaynaklı kronik ağrılarından kalıcı olarak kurtulmaktadır” açıklamasında bulundu.

0 yorum

Kış Ayında Bile Terleyenlere

Havalar giderek soğumaya başladı, çevrenizdeki herkes kat kat giyiniyor; siz ise çok giyinmediğiniz halde terliyor musunuz? Özellikle koltuk altlarınız hep ıslak mı? O zaman botoks yaptırmanın tam zamanı…

Yoğun çalışan ve giyimiyle ön planda oldukları meslekleri yapanların imdadına yetişen terlemeye karşı botoks uygulamasını Hisar Intercontinental Hospital Nöroloji Bölümü Uzmanı Doç. Dr. Göksel Somay’dan öğrendik…

Özellikle stres, heyecan, uyarıcı ilaçlar, tiroid bezinin aşırı çalışması, kan şekeri değişiklikleri, böbrek üstü bezi hastalıkları, menopoz, kullanılan ilaç ve hormonların aşırı terlemeye neden olabileceğini belirten Doç. Dr. Somay; “Terleme cildi nemlendirerek vücut ısısını sabitler ve vücuttaki toksinlerin atılmasını sağlar. Tamamen doğal olan bu süreç bazı kişilerde istenmeyen sıkıntılara neden olabilir.

Özellikle koltuk altı bölgesindeki terleme kişiyi görüntüsü nedeniyle rahatsız ederken; koku nedeniyle de zor durumda bırakır. Çünkü pudra, krem ya da spreyler terlemeyi tamamen kesme özelliğine sahip değildir; ancak kısa süreli geciktirebilir. Oysa botoksla çok etkili ve uzun süreli kalıcılık sağlamak mümkün.’diye konuştu…

Botoks uygulaması nasıl yapılır?
30 dakika gibi kısa bir sürede uygulanabilen botoks; özellikle koltuk altı, avuç içi ve ayak tabanı terlemesinde kullanılır. İşlem yapılmadan önce terleme probleminiz olan bölgelere iyot-nişasta testi yapılır ve aşırı terlemenize neden olan aktif alanlar belirlenir. Bu alanların yaklaşık 2 mm derinliğine çok ince uçlu iğnelerle Botoks ilacı enjekte edilir.

Botoks uygulaması, uygulama bölgesinde terleme işlevini geçici olarak, tamamen veya belirgin bir şekilde azaltarak etkisini gösterir. Botoks’un etkisi geçici olduğu için yapılan işlem istenirse 6-8 ay gibi uzun aralıklarla tekrarlanabilir. İşlemin hemen ardından günlük hayatınıza rahatlıkla dönebilirsiniz. 18-65 yaş aralığındaki herkesin yararlanabileceği bu uygulamanın sonucunu 2-4 gün içerisinde görmeniz mümkündür.

Kimlere Botoks Yapılmaz?
• Hamilelere,
• Emziren annelere,
• Cildinin üzerinde enfeksiyon olan hastalara,
• Myasthenia Gravis (özellikle kaslarda görülen kas zayıflığı) gibi nörolojik hastalıkları olanlara,
• Aminoglikozit türü antibiyotik kullananlara,
• Bağışıklık sistemini zayıflatan ilaçlar kullanan hastalara botoks uygulaması yapılmaz.


0 yorum

Çocuğunuz 15-16 kez denemeli

Uzmanlara göre bir çocuğun yeni bir besini kabul etmesi, aynı besini 15-16 kez denemesini gerektirebiliyor. 

Annelerin en büyük ihtiyacının sabır olduğunu belirten uzmanlar, şiddetle reddedilen bir yemeğin farklı pişirme yöntemleriyle sunulmasını öneriyor.

Annelerin çocuklarının beslenmeleriyle ilgili sıkıntı çektikleri konuların biri de onları yeni besinlerle tanıştırmak. Oysa bir çocuğun yeni bir besini kabul etmesi 15-16 kez denemesini gerektirebiliyor. Konuyla ilgili olarak annelere önerilerde bulunan Diyetisyen Ece Nevra Durukan, bu denemelerin ardarda olmamasını ve eğer şiddetle reddedilen bir yemek varsa farklı pişirme yöntemleriyle sunulmasını öneriyor.

Yemekleri eğlenceli göstermenin de faydalarına dikkat çeken Durukan, “Yemekleri beraber hazırlaryabilir, kereviz ve havuçtan sarman kedi şeklinde salata yaparak sebzeleri yedirebilirsiniz. Ayrıca çocuklar süper kahramanlara çok meraklıdır ve hep onlar gibi olmak isterler. Sen süperkahraman olsan ne yerdin oyunu oynamak yeni besine alışma sürecinde çok keyifli ve yardımcı olabilir. Sence bu süperkahraman bu kadar güçlü olmak için her gün süt içiyor mudur? diye sorduğunuzda tekrar durup düşünmesini sağlayabilirsiniz” diyor. 

Çocuğunuzun en sevdiği süperkahramanın ağzından “bugün kaç tane meyve yedin” gibi notları buzdolabına koymanın da etkili bir yöntem olacağını belirten Durukan, “Sevmediği besinin bir fotoğrafını kesin, ona gözler saçlar yaparak sevimli bir hale getirin. ‘Merhaba ben pırasa, sabahtan beri seni dolapta sabırsızlıkla seni bekliyorum’ gibi notlar ekleyin. Çocuğunuzun bakış açısını değiştirmesine yardımı olacaktır” şeklinde konuştu.

Tüm bu denemelere rağmen çocuğunuz istediğiniz yemekten hala hoşlanmıyorsa annelerin buna fazla üzülmemeleri gerektiğini anlatan Durukan, pek çok yiyeceğin benzer besin öğelerine sahip olduğunu, muadilinin yenmesinin de yeterli olacağını kayderek şu örneği verdi:

“Eğer çocuğunuzla sabahları kahvaltı savaşı yaşıyorsanız tam tahıllı kahvaltılık gevrekleri deneyebilirsiniz. Böylece sadece bir avuç kahvaltılık gevrek ile çocuğunuz severek süt içmiş, tam tahıl almış ve günlük vitamin, mineral ihtiyacının önemli bir bölümünü alarak güne sağlıklı ve mutlu bir başlangıç yapmış olur.”

0 yorum

Mide Sağlığınızı Doğru Beslenerek Koruyun

Midenizi ne kadar tanıyorsunuz ya da ona ne kadar dikkat ediyorsunuz? Midenizle ilgili doğru bildiğiniz yanlışları ve mide sağlığınız için dikkat etmeniz gerekenleri Hisar Intercontinental Hospital Gastroentereloji Bölümü Uzmanı Doç. Dr. Erdoğan Arıkan’dan öğrendik…

Stres ülser yapar.
Helikobakter pilori bulunmadan önce stresin ülser yaptığına dair birçok yazı vardı. Ancak bakteri bulunduktan sonra bu konu tartışmalıdır. Altta yatan Helikobakter pilori enfeksiyonu olanlarda stres ile şikayetlerde artma olabilir.

Fazla baharat ülsere neden olur.
Fazla baharat ile ülser arasında kesin bir ilişki gösterilememiştir. Zayıf bir bağ olabilir.

Belli besinleri tüketirseniz mide kanseri olursunuz.
Bunun bir ölçüde doğruluk payı vardır. Özellikle nitrat, gıda koruyucuları, yüksek tuz, aşırı yağ ve aflatoksin içeren besinler mide kanseri riskini artırır. Aynı zamanda alkol ve sigara tüketimi de kanseri tetikleyici unsurlar arasındadır.

Sigara içmek mide kanseri yapar.
Mide kanseri riskini 1.5 kat artırır.

Midenizle ilgili şikayetleri dikkate alın! Başka hastalıkların habercisi olabilir.
Ağrı, yanma, bulantı, kusma, yutma güçlüğü, kilo kaybı, gece uykudan uyanma, ailede mide bağırsak kanseri hikayesi varsa mutlaka en kısa zamanda hekime başvurmalısınız. Çünkü bu şikayetler reflüden kanamaya; ülserden kansere kadar pek çok hastalığın habercisi olabilir. Bu nedenle hekiminizin önerisiyle endoskopi yaptırmanız gerekebilir.

Mide Sağlığınızı Korumak İçin…
• Yüksek yağlı ve tuzlu, aşırı nitrat ve koruyucu içeren gıdalardan uzak durun.
• Yavaş, az ve sık yiyin.
• Yemeğinizi çok iyi çiğneyin.
• Çikolata ve kahveden uzak durun.
• Sigara ve alkol tüketmeyin.
• Kırmızı et yerine daha fazla balık tüketin.
• Taze sebze ve meyve tüketin.
• Yemek yedikten sonra en az 2 saat uzanmayın veya uyumayın

0 yorum

Bu 12 Adımla Yağlara Son Verin

Bu öneriler vücudunuzdaki yağları yakmanızı kolaylaştıracak! İşte metabolizmayı çalıştırıp yağların yakılmasını sağlayacak 12 püf noktası...

Arkadaşınız diyet yapmamasına rağmen yıllardır formunu korurken, siz ise adeta 'su içsem yarıyor' diyen gruba mı giriyorsunuz? Bunun nedeni belki de metabolizmanızın yavaş çalışmanızdan kaynaklanıyor olabilir. Yaz mevsimi yaklaşırken şimdi metabolizmayı hızlandırmanın tam zamanı!

Metabolizma hızı, vücudun temel fonksiyonlarını devam ettirebilmesi için kişinin bir günde ihtiyacı olan minimum enerji miktarı olarak tanımlanıyor. Metabolizmanın en büyük belirleyicisi ise bazal metabolizma hızı. Bu hız dinlenirken veya uyurken, bir başka deyişle hiçbir aktivite yapmadığımızda harcadığımız kalori miktarını kapsıyor ve günlük harcanan kalorinin yüzde 60-80 gibi büyük bir bölümünü oluşturuyor. Dolayısıyla bazal metabolizmanız hızlıysa şanslısınız, çünkü bu durumda vücudunuz enerji sağlamak için daha hızlı kalori yakıyor. Bunun aksine bazal metabolizma hızınız yavaşsa, kilo alma ihtimaliniz de o kadar yükseliyor. Ancak beslenme ve yaşam alışkanlıklarınızda yapacağınız değişikliklerle metabolizmanızı hızlandırabilirsiniz. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Olcay Barış metabolizmanızı hızlandırmanın püf noktalarını anlattı.

Bu Öneriler Metabolizmayı Hızlandırıyor

İlerleyen yaşla birlikte metabolizmamız da yavaşlamaya başlıyor ve bunun sonucunda daha kolay kilo alır hale geliyoruz. Ayrıca yaptığımız hatalı diyetler, hareketsiz bir yaşam sürmek, kilomuz, çeşitli hastalıklar ve genlerimiz de metabolizmamızın yavaş çalışmasında rol oynayan önemli faktörleri oluşturuyor.

1- Uyanır uyanmaz kahvaltı edin: Akşam yemeği ile kahvaltı arasında yaklaşık 11-12 saatlik bir süre geçiyor. Kahvaltı yapılmadığında bu süre 16 -17 saate çıkıyor. Uzun süreli açlık, metabolizma hızını yavaşlatacağı için kilo alımına yol açıyor. Metabolizmanızı harekete geçirmek için sabah uyanır uyanmaz, en geç 1 saat içinde kahvaltınızı yapın. Kahvaltıda karbonhidrat, protein, lifli gıdalar, vitamin ve mineralden zengin ve az yağlı besinleri tercih edin. Böylece günün ilerleyen saatlerinde atıştırma dürtüleri ortadan kalkar ve kan şekeriniz belli bir seviyede kalacağı için açlık krizleri çekmezsiniz.

2- Günde 6 öğün yiyin: 3 ana 3 ara öğün olmak üzere, en az 6 öğün tüketmek metabolizmayı hızlandırıyor. Ayrıca yemekleri yavaş yavaş yemeniz de sindirim sistemi düzeni açısından çok önemli. Az az ve sık sık yemenin en önemli etkisi ise kan şekerini belli bir seviyede tutarak, ani düşüş ve yükselişleri önlemek. 2-3 saatte bir, az da olsa bir şeyler yemeyi ihmal etmeyin ve sık beslenerek metabolizmanızı hızlandırın.

3- 10-12 bardak su için: İnsan vücudundan normal koşullarda günlük ortalama 2,5 litre su kaybı oluyor. Su miktarında azalma ise vücutta depolanan yağ miktarının artmasına neden oluyor. Ayrıca az su tüketimi yüzünden böbrekler çalışmayınca, bu organın görevini karaciğer üstlenmek zorunda kalıyor. Bu durumda karaciğer daha az yağı enerjiye dönüştürebiliyor.

4- 2-3 fincan yeşil çay yudumlayın: Yeşil çay metabolizma hızını artırarak, yağ yakımına yardımcı oluyor. Çayın miktarı ve demine göre farklılık göstermekle birlikte günde 2-3 fincan yeşil çay tüketebilirsiniz. Ancak unutmayın, bu miktardan fazlası çarpıntı ve uykusuzluk oluşturabiliyor.

5- Proteinsiz kalmayın: Vücudumuz et, balık, peynir ve yumurta gibi proteinleri sindirirken daha fazla enerji harcıyor ve metabolizmayı hızlandırıyor. Ancak hiç karbonhidrat almadan sırf protein tüketilerek yapılan diyetlerden kaçının. Bu tür diyetlerle hızla kilo verseniz bile sonrasında verdiğiniz kiloları hızla almanızın yanı sıra damar hastalığına yakalanma riskiniz de artar.

6- Posa tüketimini artırın: Lif oranı yüksek olan yiyecekler, özellikle taze sebze ve meyveler, kuru baklagiller ile tam tahıllı ürünleri de düzenli tüketmeniz şart. Çünkü lif metabolizmayı hızlandırıyor. Ayrıca posa, besinlerin kan şekerinin yükselme hızını düşürüyor ve vücudun insüline olan ihtiyacını azaltarak diyabete karşı koruyor.

7- Bir dilim peynir veya 3 bardak süt: Yapılan son çalışmalarda diyette kalsiyum arttırılmasının yağ yıkımını hızlandırarak kilo vermeyi desteklediği ortaya kondu. Süt ve süt ürünleri, pekmez, fındık, yeşil yapraklı sebzeler ve kuru meyveler iyi birer kalsiyum kaynağıdır. Yeterli kalsiyum almak için her gün 1 dilim kaşar peyniri veya 3 bardak süt yeterli gelecektir.

8- Yemeklerinize ve içeceklerinize tarçın katın: Tarçın kan şekerini dengeleyen bir etkiye sahip. Tarçının içerdiği krom minerali insülinin etkisini iyileştirdiği için daha az insüline ihtiyaç oluyor. Hem kendinizi daha uzun süre tok hissetmek, hem de kan şekerinizin dengede kalması için yarım çay kaşığı tarçını içeceklerinizde veya yemeklerinizde kullanabilirsiniz.

9- Bu üçlüyü sofranızda bulundurun: Acı biberin içerdiği kapsaisin adlı madde metabolik hızı arttırıyor. Zencefilin köklerindeki yumrular dolaşım ve sindirim sistemini uyarıyor. Ayrıca yapılan çalışmalarda badem tüketen kadınların, badem tüketmeyen kadınlara göre daha kolay kilo verdiği ortaya konmuş. Günde 1 çay kaşığı acı biber, 1 çay kaşığı zencefil veya 6-8 adet badem tüketmenizde fayda var.

10- Soğan veya sarımsaksız olmaz: Soğan ve sarımsağın içinde yer alan alicin maddesi kan dolaşımını uyarıyor, sindirimi harekete geçiriyor, vücuttaki fazla suyun atılmasını sağlıyor. Bunun yanı sıra metabolizmayı hızlandırarak, yağ yakımını arttırıyor. Soğan, sarımsak ve taze soğanı hem yemeklerinize hem de salatalarınıza eklemeyi unutmayın.

11- Yemeklerden önce greyfurt yiyin: Yapılan bir çalışmada yemekten önce tüketilen yarım greyfurdun kilo vermeye yardımcı olduğu ortaya kondu. Ayrıca greyfurt içerdiği limonoids ve likopen ile kansere karşı koruyucu etki gösteriyor.

12- Fiziksel aktivitenizi artırın: Her gün yapılan fiziksel aktiviteyi, günlük yaşantınızın bir parçası haline getirin. Fiziksel aktivite daha enerjik hissetmenizi, hareketli ve zinde kalmanızı sağlayarak metabolizmanızı hızlandıracaktır. Bu yüzden günlük olarak en azından yarım saat hızlı tempoda yürümeniz yararlı olacaktır.

Günde En Az 6 Saat Uyuyun

Fazla ya da az uyumak metabolizma hızını olumsuz yönde etkiliyor. Bu yüzden uzmanlar günde en az 6, en fazla 8 saat uyumanızı öneriyor. Vücudumuz için en sağlıklı uyku saatleri ise gece 23.00- 06.00 arasıdır. Bu saatlerde uyanık olmak metabolizma hızı üzerinde olumsuz etki yaratacaktır.

0 yorum

3 ayda alerji tedavisi artık mümkün

Avrupa ve Amerika'da 30 yıldır uygulanan, Türkiye'de ise yeni tanınmaya başlanan biorezonans tedavisi.

Egzama, astım, saman nezlesi, çölyak, besin-bahar ve toz alerjilerinin giderilmesinde yüzde 90'ın üzerinde başarılı sonuç veriyor. Biorezonans Uzmanı Dr. Sinan Akkurt iyileşme süresinin 10 - 12 hafta sürdüğünü açıkladı. Akkurt, en çok başvuruyu kaşıntı, kabarıklık, burun ve geniz akıntısı gibi şikayetleri olan hastalardan aldıklarını belirtti.

Biorezonans Uzmanı Dr. Sinan Akkurt'un verdiği bilgilere göre, tedavi alerji testi ile başlıyor. Testle hastanın kaç maddeye alerjisi olduğu saptandıktan sonra ana alerjenlere öncelik verilerek kişiye özel biorezonans tedavisi planı uygulanıyor. Haftada bir kez, yaklaşık bir saat süren seanslar sonunda ortalama 10 - 12 hafta içinde iyileşme sağlanıyor.

Biorezonans tedavisini Türkiye'ye tanıtan Dr. Sinan Akkurt, en çok başvuruyu yüzde 83'lük dilimle genel alerji başlığı altındaki kaşıntı, kabarıklık, burun ve geniz akıntısı gibi şikayetleri olanlardan aldıklarını söyledi. Bunu yüzde 8 ile alerjik astım, bronşit ve ürtiker hastalıklar izliyor. Tedavi, anne sütü dahil olmak üzere süt ve süt ürünleri tüketemeyen galaktozemi hastası bebeklere de uygulanabiliyor. Akkurt, başarılı sonuçlara bir örnek olarak çölyak tanısı nedeniyle askerden muaf sayılan, tedavi bittikten iki ay sonra askere kabul edilen 21 yaşındaki hastayı gösterdi.

Ağrısız, acısız ve yan etkisiz bir yöntem olan biorezonans tedavisi, insanların yaydıkları elektromanyetik frekansların özel bir cihazla anlaşılmasına ve hastalıklı dokulara yaydıklarının tam aksi yönde frekans yollayarak iyileştirilmelerine dayanıyor.

0 yorum

‘Soluksuz kalmak’ uykuda öldürüyor

Eşiniz son zamanlarda çok şiddetli horladığınızı söylüyorsa, ne kadar uyursanız uyuyun yorgun uyanıyor ve gün içerisinde uyukluyorsanız uyku apnesi (uykuda solunum duraklamaları) yaşıyor olabilirsiniz.

Erkeklerde kadınlara göre 2 kat fazla görülen uyku apnesinin nedenlerini Hisar Intercontinental Hospital Baş Boyun Cerrahisi ve Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Tayfun Demirel’le konuştuk…

Yunanca’da ‘soluksuz kalmak’ anlamına gelen uyku apnesinin daha çok orta yaş üzerindeki erişkinlerde görüldüğünü belirten Op. Dr. Tayfun Demirel; ‘Obstrüktif Uyku Apnesi Sendromu uyku boyunca üst solunum yolunun tekrarlayıcı tıkanmaları ile karakterizedir. Buna genellikle kan oksijen düzeyindeki düşmeler eşlik edebilir. Diğer bir ifade ile hava yolu çeşitli seviyelerde tıkanır. Tıkayan faktörler üst solunum yolunu çevreleyen dokulardaki şişkinlikler, büyük bademcikler, büyük dil ve uykuda gevşeyen üst solunum yolu kaslarıdır. Diğer bir tıkanma noktası da burundur. Çenenin küçük olması ve üst solunum yolu yapısı da tıkanma yapabilir.

Tıbben ciddi kabul edilen tıkanmaya bağlı uyku nefessizliğinin toplum içinde yaygınlığı yüksektir. Uyku apnesi orta yaştaki kilolu erkeklerin hastalığıdır şeklindeki izlenim yanlıştır. Ayrıca hastaların 1/4'ü şişman değildir. Gerçekte şişman erkeklerin çoğu ve kilolu bayanların çok büyük bir kısmında apne yoktur. Kadınların en az %2'sinde ve erkeklerin %4'ünde görülür. Bu rakamlar hastalığın en az astım ve şeker hastalığı kadar yaygın olduğunu gösterir.’ açıklamasında bulundu.

Uyku Apnesi nasıl oluşur?
Tıkayıcı tipte uyku apnesi boğazdaki kasların havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşemesiyle oluşur. Bu kaslar yumuşak damağa, küçük dile, yutağa ve dile aittir. Kaslar gevşediğinde nefes alma sırasında hava yolu daralır ve bir süre için solunum durur. Bunun sonucunda kandaki oksijen miktarı azalır, beyin bu azalmayı algılar ve uyku derinliğini azaltarak hava yolunun tekrar açılmasını sağlamaya çalışır.

Uyku derinliğinin azalmasını takiben bazı kişilerde bir iki kısa derin nefes alma ile bazı kişilerde ise şiddetli horlama ve yutkunma sesleri ile solunum tekrar başlatılır. Bu durum bütün gece saatte 20-30 kere tekrarlayabilir ve sık derecede uyku apnesi olduğunda derin uykuya geçmek mümkün olmaz. Kişi bütün uykusunu solunum çabası içinde geçirir ve gündüz uyuma ihtiyacı duyar. Uyku apnesi olan kişiler genellikle uykularının bölündüğünün farkında değildir ve iyi uyuduklarını zannederler.

Bu Belirtiler Varsa Riskiniz Yüksek Olabilir!
• Kilo fazlalığı: Boynun kısa ve kalın olması boğazda hava yolunun daralmasına neden olur. Kilo fazlalığı nedeniyle boyun ve boğaz çevresindeki yağ dokusunun artması uyku apnesini şiddetlendiren önemli bir etkendir. Boyun çevresinin, yani gömlek yakası numarasının erkeklerde 43 cm'den, kadınlarda 40 cm'den fazla olması uyku apnesi için risk faktörüdür. Ancak uyku apnesi zayıf kişilerde de görülebilir.
• Büyümüş bademcikler ve geniz eti varlığı: Bademciklerin normalden büyük olması ve geniz eti bulunması daha çok çocuklarda görülen uyku apnesinin nedenidir; ancak bazen erişkinlerde de sorumlu olabilir.
• Boğazın dar yapıda olması: Bazı kişilerde boğazın şekli doğuştan dar yapıda olabilir.
• Erkek cinsiyet: Uyku apnesi erkeklerde kadınlardan 2 kat sık görülür. Ancak, kilo fazlası olan kadınlarda da sık görülebilir.

Yunanca’da ‘soluksuz kalmak’ anlamına gelen uyku apnesi daha çok orta yaş üzerindeki erişkinlerde görülüyor.

• Yaş: Uyku apnesi orta yaş üzerindeki erişkinlerde gençlere göre 2-3 kat daha sıktır.
• Alkol, sakinleştirici ve uyku ilaçlarının kullanımı: Bu maddeler boğaz kaslarının uyku sırasında gevşemesine neden olur.
• Kalp ve damar sistemi sorunları: Apne sırasında kandaki oksijenin ani düşmeleri kan basıncının artmasına, kalp ve damar sisteminin zorlanmasına neden olur. Uyku apnesi olan kişilerin hemen yarısında hipertansiyon vardır ve bu da kalp yetmezliği ile beyin kanaması riskini artırır. Kalp hastalığı olan kişilerde uyku apnesinin neden olduğu oksijen düşüşlerinin kalp krizine bağlı uykuda ani ölüm riskini artırdığı bilinmektedir.
• Gündüz uyuklama: Uykudaki bölünmeler nedeniyle derin bir gece uykusu mümkün olmadığında gündüz uyuklamaları, halsizlik ve sinirlilik görülür. Uyku apnesi olan kişiler işte çalışırken, televizyon seyrederken, okurken, otobüste ve hatta araba kullanırken uyuklayabilirler. Uyku apnesi olup araç kullanan kişilerde trafik kazası geçirme riski 3 ile 5 kat arasında yükselir. Çocuklardaki uyku apnesi genellikle okul başarısındaki düşme ile kendini gösterir.
• Başka nedenlerle yapılması gerekebilecek tıbbi tedavilerle ilgili sorunlar: Tıkayıcı tipte uyku apnesi olan kişilerde başka nedenlerle yapılması gerekebilecek ameliyatlarda genel anesteziyle ilgili solunum sistemi sorunları ile karşılaşılabilir.
• Eşle ilgili sorunlar: Uyku apnesi ile birlikte şiddetli horlama da varsa yatak partnerinin uyuyamaması; hatta oda değiştirmesi gibi sosyal bir sorun da ortaya çıkar.
• Beyin faaliyetleriyle ilgili sorunlar: Uyku apnesi olan kişiler unutkanlık; yorgunluk ve bezginlik, geceleri sık idrara çıkma ve impotans sorunları yaşayabilirler. Çocuklarda hiperaktivite ve dikkat bozukluğu sendromu görülebilir.

Nasıl Tedavi Olabilirim Diyorsanız…
Öncelikle bu belirtileriniz varsa hekiminizin detaylı muayenesinin ardından uyku testi olarak da bilinen Polisomnografi Testi yapılarak bu testin sonucuna göre hareket edilir. Bazı hastalarda kilo verme, alkol kullanmama, sigara ve kafein bırakma gibi davranışsal tedaviler yeterli olsa da bazı hastalarda CPAP (Hastanın gece boyunca burnunu tamamen kaplayan bir maske yardımıyla verilen pozitif basınçlı hava çökmüş hava yolunu açık tutarak hastanın tıkanmasını engeller) yöntemi kullanılır.

Çoğu hasta 1-3 aylık CPAP tedavisi ile birlikte kilo vererek hem tedaviye devamda motivasyon sağlaması hem de cerrahi tedaviye hazırlık anlamında fayda görür. Cerrahi tedavi çoğu vaka için en iyi tedavi şeklidir. Cerrahi tedavi ile hastanın hava yolundaki tıkayıcı unsurlar yeniden şekillendirilerek hava yolunun açılması sağlanır.

0 yorum

Kalp sağlığınız için uyuyun

Sağlık… Hepimizin çok önemli olduğunu vurguladığımız ama gerçekte en çok ihmal ettiğimiz yanımız… Özellikle de sağlık problemleriyle hastaneleri ziyaret etmek zorunda kalmadığımızda…

Sağlıklı bir yaşamın sağlıklı yaşam tarzını seçerek başladığını, Hisar Intercontinental Hospital Kardiyoloji Bölümü Uzmanı Dr. Fatih Gümüşer ile konuştuk…

Modern şehir hayatının karmaşasında kalp sağlığının giderek daha da önemli bir hale geldiğini dile getiren Uzm. Dr. Gümüşer; ‘Türkiye’de ve dünyada ölümlerin birinci nedeni kalp damar hastalığından meydana gelmektedir ve sağlıksız beslenme, stres, hava kirliliği, sigara gibi nedenlerle bu oran gittikçe artmaktadır.

Genetik faktörler, yaş ve cinsiyet haricinde tüm kalp damar hastalığı risk faktörleri düzeltilebilir ve bu ölümler azaltılabilir.’ diye konuştu.

Kalp Sağlığınızı Korumak Elinizde…

• Egzersizi hayatınıza dahil edin. Günlük aerobik egzersizler kolesterol ve kan basıncınızı düzenler, şeker hastalığından korur, kalp krizi riskini düşürür. Kendinizi daha mutlu hissetmenizi sağlar, uykunuzu düzenler, kilo vermenize yardımcı olur. Haftada toplam olarak 2,5 -5 saat orta şiddette tempolu yürüyüş, bisiklet, yüzme, kayak gibi egzersizler yapın. Bunu günlük olarak da, birkaç güne de bölerek de yapabilirsiniz. Yaptığınız egzersizin süresi ne kadar artarsa riskiniz o kadar azalır.

• Diyet alışkanlıklarınızı düzenleyin. Sağlıklı bir kalp için sebze, meyve gibi potasyumdan zengin gıdaları ve tahıl, kuru baklagil tüketiminizi artırın. Kırmızı et yerine beyaz eti tercih edin.

• Kolesterolünüzü ölçtürün. 40 yaşın üstünde tüm sağlıklı bireylerin 5 yılda bir kolesterol düzeylerini ölçtürmesi gerekir.

• Tansiyonunuzu ölçtürün. Sağlıklı kişilerin yılda en az bir kere tansiyonunu ölçtürmesi gerekir. Çünkü yüksek tansiyon sinsi bir hastalıktır, çoğu zaman hiçbir belirti vermez.

• Stresi azaltın. Stres vücutta adrenalini artırarak kronik olarak kalp hızınızı ve tansiyonunuzu yükseltir. Yoga, meditasyon, solunum egzersizleri ile stresin vücudunuzdaki etkilerini mümkün olduğunca azaltmaya çalışın.

• Günde 6-8 saat ve kaliteli uyuyun. Kaliteli bir uyku tansiyonunuzu düzenler, düzensiz kalp ritmi olasılığını azaltır. Uykusu düzenli kişilerin kalp krizi ve kalp yetersizliği riski daha düşüktür. Her gün aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmaya gayret edin. Gece horlama ve solunum durmalarınız varsa mutlaka bir uzmana başvurun.

• Yatmadan önce yağlı ve ağır yemeklerden kaçının, çay, kahve, kola gibi kafein içeren içecekleri tüketmeyin.

• Fazla kilolarınızdan kurtulun: Beden kitle indeksi; vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle elde edilir. Sağlığınız için bu indeksin 19-25 arasında bir değer olmasına dikkat edin.

• Sigaradan uzak durun. Sigara içiyorsanız kendinize bir tarih belirleyin ve o gün sigarayı bırakın, bunun için çevrenizden destek isteyin. Belirlediğiniz tarihin özel bir gün olması motivasyonunuzu artıracaktır.

• Yemeğe bakmadan tuz dökenlerdenseniz bundan hemen vazgeçin. Günlük önerilen tuz miktarı en fazla 5 gr (1,5 çay kaşığı)’dır.

• Tatile gitmeyi aksatmayın. Çalışmalar göstermiştir ki düzenli tatile giden kişilerde kalp hastalığı daha az görülür.

0 yorum

Romatizma Sadece Yaşlılıkta Görülmez!

Yazdan kalma günlerin aniden başlayan soğuklarla sona ermesiyle sadece ruhumuzu değil; bedenimizi de zorlayan hastalıklar yavaş yavaş bizleri ziyaret etmeye başladı. Bunlardan biri de romatizma…

Hisar Intercontinental Hospital İç Hastalıkları ve Romatoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Soy ile Dünya Artrit Gününde kışın alevlenen romatizmal hastalıklar konusunda doğru bilinen yanlışları konuştuk…

Romatizma hastalıklarının toplumda çok sık görülen hastalıklar olduğunu dile getiren Prof. Dr. Soy; ‘Romatizmal hastalıklar yaşayan kişiler günlük yaşamlarının etkilenmesi, yaşam kalitelerinin düşmesi ve ülkemizde yeterli sayıda romatoloji uzmanı olmaması gibi nedenlerle ne yazık ki sıklıkla kulaktan dolma bilgilere başvuruyorlar. Bu da beraberinde doğru bilinen yanlışları getiriyor.’ açıklamasında bulundu.

Yanlış: Romatizma sadece eklemleri tutan bir hastalıktır.
Doğru: Romatizmaların bir kısmı sadece eklemleri tutsa da önemli bir kısmı eklemler dışında deri, mukozalar, göz, kan elemanları, akciğer, böbrekler başta olmak üzere birçok doku ve organı etkileyebilir. Hatta bazen eklem dışında bir yakınma da (tekrarlayan aftlar: Behçet hastalığı, gözde Üveitler: Ankilozan Spondilit ve Sarkoidoz, Ateş: SLE, Ailesel Akdeniz Ateşi) romatizma belirtisi olabilir.

Yanlış: Romatizma sadece yaşlılarda görülen bir hastalıktır, gençlerde olmaz.
Doğru: Halk arasında kireçlenme olarak bilinen Osteoartrit sıklıkla yaşlılarda görülmekle birlikte diğer birçok romatizma türü genç ve orta yaşlı hastalarda ortaya çıkar. Sistemik Lupus Eritematozus, Behçet Hastalığı, Ailesel Akdeniz Ateşi, Ankilozan Spondilit gibi hastalıklar ülkemizde ve özellikle genç yaş grubunda yaygın olarak görülür.

Yanlış: Romatizma sadece kadınların hastalığıdır.
Doğru: Romatizmal hastalıkların çoğunun kadınlarda daha sık görüldüğü doğrudur. Ancak birçok romatizmal hastalık erkekleri de en az kadınlar kadar etkiler. Sistemik Lupus Eritematozus (SLE), Antifosfolipid Sendromu, Sjögren Sendromu ön planda kadınlarda sık görülürken bazı vaskülit türleri erkekleri daha fazla etkiler. Ayrıca erkeklerde Behçet Hastalığı ve Ankilozan Spondilit grubu bazı hastalıklar daha ağır seyreder.

Yanlış: Romatizmalar sadece soğukta ortaya çıkar.
Doğru: Osteoartrit gibi bazı romatizmaların soğuk ve yağışlı havalarda hastayı daha fazla rahatsız ettikleri doğrudur. Muhtemelen dış ortamdaki basınç değişikliklerinin ekleme yansıması nedeni ile daha fazla yakınma olur. Öte yandan güneş bazı hastalıklara iyi gelse de, Sistemik Lupus Eritematozus gibi romatizmaları alevlendirebilir. Yani romatizmalar sadece soğukta ya da kışın ortaya çıkmaz, her mevsimde ortaya çıkabilir.

Yanlış: Romatizmaların tedavisi yoktur.
Doğru: Eskiden romatizma hastalarının tedavisi kısıtlı idi. Gerek romatizmal hastalıklar uzmanı sayısının yetersizliği gerekse de tedavi imkânlarının kısıtlı olması nedeni ile birçok romatizmal hastalık yeterince tedavi edilemiyordu. Günümüzde birçok romatizmal hastalık için modern tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. Özellikle romatoid artrit, Ankilozan Spondilit gibi hastalıkların tedavisinde önemli başarılar sağlanmıştır.

Yanlış: Eklem sıvısının alınması zararlıdır
Doğru: Eklem sıvısı normalde eklemler içinde az miktarlarda bulunan ve eklemlerin rahat hareket etmesini sağlayan kaygan bir sıvıdır. Ancak iltihabi ya da travmatik birçok nedenle eklem sıvısında artış olabilir. Bu durumlarda sıvının mikroskopta incelenmesi, kültürünün yapılması gibi tanısal amaçlarla veya fazla sıvıyı alıp eklemi rahatlatmak için alınması gerekebilir. Bu durumlarda uygun şekilde yapıldığında, sıvı alınmasının ekleme herhangi bir zararı söz konusu olmayıp aksine yararı olur.

Yanlış: Kortizon kullanılması kesinlikle zararlıdır.
Doğru: Elbette her ilaçta olduğu gibi kortizonun da gereksiz yere kullanılması zararlıdır. Ancak bazı durumlarda ilaçları zorunlu olarak kullanmamız gerekir. Hatta bazen kullanılmazsa daha fazla zarar görmemiz mümkündür. Kortizon da böyle bir grup ilaçtır. Gereksiz yere kullanılırsa zarar verebilir ancak gerekli olduğu durumlarda da kullanılmazsa, hasta zarar görebileceğinden zorunlu olarak hastalarımıza yeterli doz ve miktarlarda reçete edilmektedir. Kortizon iltihaplı romatizmaların tedavisinde sıklıkla başvurulan ana ilaçlardan biridir. Bu hastalıkların birçoğunun özellikle alevlenme dönemlerinde kullanılır. Doktorun önerdiği şekilde kullanılması ile zararları en aza iner. Başka şekilde önerilmedi ise sabahları tek dozda alınması önerilir. Ayrıca mümkün olan en düşük dozda ve sürede kullanılmadır. Bu nedenle özellikle yüksek dozda kortizon kullanması gereken hastaların sık sık doktoruyla görüşmesi gereklidir. Yine vücuttan kalsiyum ve D vitamini dengesini bozabileceğinden kalsiyumdan zengin beslenilmesi, D vitamini takviyesi alınmasında yarar vardır. Tuzdan, yağdan ve karbonhidrattan kısıtlı, proteinden zengin gıdalar alınmalıdır. Ayrıca, potasyumdan zengin olan patates, muz, narenciye türleri gibi sebze ve meyvelerin tüketilmesi yararlı olur.

Yanlış: Bitkisel ilaçlar zararsız olup romatizmaya daha iyi gelirler.
Doğru: Çeşitli bitkisel ilaçlar, çeşitli madenlerden yapılmış olan bilezikler ve daha birçok alternatif tıp ürünü halk arasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak bilimsel olarak bunların hiçbirisinin işe yaradığına dair kanıt yoktur. Üstelik almakta olduğunuz başka ilaçlarla etkileşip zarar da verebilirler. Hekiminize danışmadan, bu tür ilaçları kullanmak doğru değildir.

0 yorum

Kalbinizi artık yenileyin!

Yıllardır kalbiniz çarptı, kalbiniz ağrıdı, kalbiniz kırıldı, gece gündüz çalışan kalbiniz yoruldu mu? Yılların yorgunluğunu kalbinizden atmak ister misiniz?

Pof. Dr. Günsel Şurdum Avcı, sağlıksız beslenmenin, stresin ve düzenli spor yapmamanın kalbi yorduğunu belirterek, yorulan kalbi dinlendirmenin ve güçlendirmenin mümkün olabildiğini belirtiyor.

Prof. Dr. Günsel Şurdum Avcı, Ritmik Masaj (EECP) tedavisinin kalp ve damar sağlığını koruyucu bir yöntem olduğunu, kök hücre aktivitesini arttırarak, organ ve dokularda hücre yenilenmesini sağladığını belirtiyor. Bu yöntemin toplumda sık görülen ve ilerleyici bir hastalık olan damar sertliğinin (ateroskleroz) etkisiyle, kalbi besleyen damarların daralması ve tıkanması sonucu ortaya çıkan koroner kalp hastalığına karşı koruyucu etkisine dikkat çekiyor. Özellikle şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, sigara kullanımı, stres, hareketsiz yaşam, genetik riskleri olan kimselerin erken yaşlardan itibaren kalp hastalığına aday olduğunu belirten Prof. Avcı bu kimselerde kalp hastalığı ortaya çıkmadan uygulanacak EECP tedavisinin, aterosklerotik ilerlemeyi önleyerek/geciktirerek kalp hastalığından korunmakta yararlı olacağını vurguluyor.

Prof. Dr. Avcı, tıp dilinde Enhanced External Counter Pulsation“ olarak bilinen, “EECP Tedavisi”nin kalp damarlarında genişleme ve kalbin damar ağında zenginleşme sağlayarak, damarlardaki darlıklar nedeniyle yeterli kan alamayan kalp bölgelerine kan getiren “doğal bypasslar” oluşturduğunu, bu yüzden, “Doğal Bypass Tedavisi” (Natural Bypass Therapy) olarak da tanındığını söylüyor. Bu yöntemin, vücudun belden aşağısına, kalp ritmi ile uyumlu olarak yapılan derin adale masajı niteliğinde bir uygulama olduğunu, vücutta kan dolaşımını canlandırarak, kalbin ve tüm organların kanlanmasını arttırdığını ve doğal bir iyileşme sağladığını belirtiyor.

Nasıl Uygulanıyor?
Günde 1-2 saatten, ortalama 35 saatlik kürler şeklinde uygulanıyor ve çok ağır olmayan hastaların bu tedavi için hastanede yatması gerekmiyor. Günlük tedavilerini aldıktan sonra ev ya da işlerinde yaşantılarını sürdürebiliyor.

Prof. Dr. Avcı, bu yöntemin kansız, ameliyatsız, güvenli bir tedavi olduğunu, hasta seçimine ve uygulamaya özen gösterildiğinde hiçbir riski bulunmadığını belirtiyor.

Prof. Dr. Günsel Şurdum Avcı Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1970 de mezun oldu. Aynı üniversitede 1976 da iç hastalıkları uzmanı olarak çalıştı. Haseki Kardiyoloji Enstitüsü’nde 1984 de Doçent ve Marmara Üniversitesi’nde 1990 da Profesör unvanı aldı. 1985 yılından başlayarak 17 yıl Amerikan hastanesinde çalıştı. 2002 yılından bu yana İstanbul Memorial Hastanesi’nde çalışmaktadır.

Mesleki uygulamalarında her zaman kansız ve risksiz tanı ve tedavi yöntemlerine ilgi duymuş ve uygulamıştır. Londra’da aldığı 15 aylık eğitimden sonra 1980 yılında İstanbul’da ilk Ekokardiyografi uygulamalarını Haseki Kardiyoloji Enstitüsü’nde başlatmış ve uzun yıllar bulunduğu kurumlarda bu yöntemi uygulamıştır. 11 yıl önce kalp hastalarının tedavisinde kansız bir yöntem olan EECP tedavisine ilgi duymuş, Amerika’da Pittsburgh Üniversitesi Hastanesine yaptığı inceleme ziyaretinde, yararlı ve etkili bir tedavi olduğunu gözlemledikten sonra, 2002 yılında İstanbul’da Memorial Hastanesi’nde uygulamaya başlamıştır. Sonraki yıllarda yaptığı yurtdışı ziyaretlerle, EECP tedavisinde dünyaca ünlü bilim adamlarıyla tanışarak bilgi alışverişinde bulunmuştur. Bu tedavi ile ilgili bilgi ve deneyimlerini, katıldığı yurt içi ve yurt dışı bilimsel kongrelerde meslektaşları ile paylaşmakta, katıldığı canlı TV programları, gazete ve dergilere gönderdiği makaleler ve verdiği konferanslarla halkımızı bilgilendirmeye çalışmaktadır.

0 yorum

Türkiye'de her 600 bebekten 1'i hayata yenik başlıyor

Türkiye’de her 600 bebekten birinde doğum öncesi, doğum sırasında veya doğum sonrası beyinde meydana gelen yaralanma sonucu fonksiyon bozukluğu ortaya çıktığını söylendi.

ABD’de toplam nüfusun 1000’de 2’sinin Serebral Palsy olduğunu belirten Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, akraba evlilikleri, hamilelik döneminde geçirilen hastalıklar, doğum şartlarının olumsuzluğu, ilk çocukluk yıllarında bebeklerde bulaşıcı ve ateşli hastalıkların fazlalığı, beslenme yetersizliği gibi nedenlerin Türkiye’deki vaka sayısını artırdığını bildirdi.

Dr. Şenbursa, hayatın ilk anlarında oluşan ancak bireyin tüm yaşamını etkileyen beyin hasarları ve tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi:

YÜZDE 60’I DOĞUM SIRASINDA OLUŞUYOR
“Serebral Palsy’nin doğum öncesi nedenleri %30’luk bir kısım içerir. Anne-baba arasındaki akrabalık veya kan uyuşmazlığı, hamilelik sırasında geçirilen enfeksiyon hastalıklar, kullanılan ilaçlar, geçirilen kazalar bu nedenlerden bazılarıdır. Prematüre doğum ve düşük doğum ağırlığı, sezeryan, morarma, doğum sırasında hatalı forceps (doktorların kullandığı bir materyal) kullanımı, oksijensiz kalma, doğum sırasındaki nedenlerdir ve %60’lık bir kısmı içerir. Travmalar, yüksek ateşli hastalıklar, zehirlenmeler, tümörler, sarılık gibi nedenler doğum sonrası %10’luk kısmı oluşturur.”

BEŞ SINIFA AYRILIR
“Serebral palsy beş şekilde sınıflandırılır. Spastik çocuk CP teşhisi altında etkilenen vücut kısmına göre tanımlanır.

Monoplejik; Sadece tek bacağı/kolu etkilenen,
Diplejik; Bacaklarda baskın tutulma olan,
Kuadriplejik; 2 kol ve bacak etkileyen,
Hemiplejik; Vücudun bir yarısı tutan çeşididir.
Distonik tip kas tonusu bozukluğu ile karakterizedir. En çok atetoid tip görülür, istemsiz ve yılanvari hareketler mevcuttur.”

Ailelerin ortalama 1-1,5 sene içinde çocuklarındaki problemi tespit edemediklerini veya çocuklarına problemi kondurmak istemedikleri için vakit kaybettiklerine dikkati çeken Dr. Şenbursa, psikolojik açıdan yıkılan ebeveynlere şu önerilerde bulundu:

“1 aylık bebekte sürekli ağlama, emme bozukluğu, ısrarlı ve sürekli kusma, çevresinden gelen uyarılara cevap vermeme, havale; 2 aylık bebekte, 1 aylık bebekteki belirtiler, bulunması gereken reflekslerin kaybı, kas kasılma bozuklukları; 3 aylık bebekte gözde istemsiz ritmik hareketler, bel kaslarında oluşan spazm sonucu vücudun yay gibi gerilmesi, bebeğin gülmemesi, annenin yüzüne bakmaması; 4 aylık bebekte baş kontrolünün olmaması, şaşılık, bazı reflekslerin devam etmemesi; 8 aylık bebekte dönme ve oturma aktivitelerinin olmaması, el göz koordinasyonunun yokluğu, tekme atarken iki bacağında geriye gitmesi, uzun oturmada bacakların makaslama hareketi yapması; 10 aylık bebekte emeklemenin olmaması ya da her iki bacağın birden çekilerek, sıçrar tarzda emekleme, ayağa kalkmada zorluk, ismi ile çağırılınca tepki vermemesi, ağızdan salya akması, verilen yiyeceği ağzına almaması ya da ağzına götürememesi; 1 yaşındaki bebekte tutunarak yürüyememe, parmak ucunda yürüme, makaslama şeklinde yürüme gibi belirtiler görülür.”

TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Ailelerin çocuklarını dikkatli gözlemesini ve bu tarz durumlarda bir uzmana başvurmasının erken teşhis olanağı sağladığını vurgulayan Dr. Şenbursa, tedavi yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi:

İlaç tedavisi: Hastalığı ilaçla tedavi etmek olanaksızdır. Sadece spastisiteyi bir miktar azaltmak, nöbetleri kontrol altına almak veya salya problemi için kullanılabilir.

Cerrahi Tedavi: Cerrahi sinirlere, kaslara, kemiklere yönelik olabilir. En sık yapılan cerrahiler kas tendon gevşetme, uzatma, transfer, kısaltma veya kemik artrodez ve osteotomidir.

Fizik tedavi ve rehabilitasyon: Cp’li çocuğun klinik tablosu, Cp’nin nedenine, lezyonun şiddetine, şekline ve eşlik eden semptomlara bağlı olarak çocuktan çocuğa değişir. Bu nedenle her çocuğun tedavi ve rehabilitasyon programı farklılık gösterir. Fizik tedavinin amaçları kolların normal veya normale yakın kullanımını sağlamak, bacakların fonksiyonel kullanımı ve yürümeyi arttırmak, çocuğa normal veya normale yakın görünüm kazandırmak, anlaşılabilir konuşma öğretmek, Cp’li çocuğun eğitimi konusunda aileye yol göstermektir.

Ev egzersiz programında dikkat edilmesi gereken konular; egzersizler aile tarafından öğrenilmeli ve evde her gün tekrar edilmelidir. Egzersizler çok uzun ve sıkıcı olmamalıdır, oyun aktiviteleri ile birleştirilerek yaptırılmalıdır. Oturma, emekleme, dizüstü durma, ayakta durma gibi gelişim aşamaları terapistin uygun gördüğü zamanlarda başlatılmalıdır.

İş uğraşı terapisi: Çocuklara motor fonksiyonlarını kullanma becerisi sağlar. Genel amacı çocuklara günlük yaşam aktivitelerinde bağımsızlık kazandırmaktır. El fonksiyon ve kavramalarını geliştirme, tuvalet eğitimi, giyinme ve soyunma, beslenme yönündeki becerileri üzerinde çalışılır.
Klasik tedavilerin yanı sıra uygulanan birçok tamamlayıcı ve alternatif teknik bulunmaktadır. Bu teknikler ile alakalı en önemli sorun alanında uzman olmayan kişiler tarafından yapılan uygulamaların çocuğa verdiği zararlardır. İleri seviyede verilen vaatler gerçekleşmemekle beraber aileyi maddi ve manevi açıdan zora sokmaktadır. Bunun için ailelerin uygulayan kişinin eğitim ve ünvanını sorgulamaları ucuz tedavi yöntemlerine tamah etmemeleri gerekmektedir.

Dr. Fzt. Gamze Şenbursa
Refleks terapi: Refleks Terapi, ayaklara ve yüze uygulanan özel ovma ve basınç hareketleriyle vücudun belli bölgelerinde bloke olmuş enerjiyi çözerek, bedenin kendi kendisini iyileştirme gücünü harekete geçirmesi olarak tanımlanabilir. Refleks Terapi ‘denge’ sağlayan bir terapidir. Refleks Terapisi kişinin kendisini, fiziksel, duygusal ve ruhsal bakımdan iyi hissetmesini sağlar ve kişiye doğal dengesini kazandırır. Refleks Terapi, bedenin tüm bölgelerine, beyine, merkezi sinir sistemine, organlarına ve sistemlerine karşılık gelen refleks noktaları, akapunktur noktaları ve sinir noktalarının ayaklarda ve yüzde olduğu ve bu noktaların beden anatomisinin aynası olduğu prensibine dayanan bir sanattır. Refleks Terapi, özel el ve parmak teknikleriyle bu refleks noktalarına basınç ve ovma yoluyla uygulanır. Derin rahatlama sağlar, kan akışını arttırır ve dengeler, uykusuzluğu azaltır ve derin uyku sağlar, Spastisiteyi (kas kasılması) azaltır, eklem hareketliliğini arttırır, Vücuttan toksinleri temizler, Hormonları dengeler, Sindirim sistem ve bağırsak problemlerini azaltır. Refleks Terapi, refleksoloji tedavisi ile karıştırılmamalıdır. Refleksolojide herkese aynı uygulanan tedavi, refleks terapide çocuğun etkilenen beyin bölgesine, organa ve semptomlara göre tamamen kişisel olarak planlanır. Sonuçlar 1 ay ila 3 ay arasında gözlemlenmeye başlanır. Haftada 1-3 seans arasında değişen sıklıklarla yapılır. Sonuçlar ve tedavinin sonlanması hastada oluşan değişikliklerle paralel olarak değerlendirilir.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI