işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
Hastalıklar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hastalıklar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kolunuz Ya da Bacağınız Şişiyor ve Ağrıyorsa Dikkat!

Vücudun derin toplardamarı içerisinde pıhtı meydana gelmesi, derin ven trombozu (DVT) olarak tanımlanır. Derin ven trombozunda, toplardamar içindeki kan pıhtı yaparak damarı tıkar ve kalbe geri dönen kan, bu tıkanıklık nedeniyle geride birikir. Tıkanıklığın olduğu damarın yerine göre, hastanın bacağı, kolu veya bir iç organı şişer, ağrır ve dolaşım bozulur.

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Vakfı’na bağlı Academic Hospital’da görev yapan Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Mahmut Bayık, derin ven trombozlarının özellikle yaşlı insanlar arasında sık rastlanan bir sağlık problemi olduğunu ve yaşlılarda gençlere göre on kat fazla görüldüğünü söyledi. Bayık, derin ven trombozunun hayatı tehdit edebilecek sonuçlar doğurabilecek bir durum olduğunu bildirdi.

“Normalde kan damar içinde sıvı şekilde dolaşırken bir yaralanmayı takiben damar dışına çıkan kan pıhtılaşır. Kanın damar içinde sıvı, dışında pıhtı oluşturacak şekilde bulunması, onu sıvı halde tutan proteinlerle pıhtı oluşmasına neden olan proteinler arasındaki denge sayesinde olur.” diyen Bayık, bu dengenin bozulması sonucunda derin ven trombozu meydana geldiğini ifade etti.

Uzun Süre Hareketsiz Kalmak Pıhtı Riskini Artırır
Prof. Dr. Mahmut Bayık, bu dengenin bozularak toplardamar içinde pıhtı oluşmasına yol açan nedenleri şu şekilde sıraladı:

• Uzun süre hareketsiz kalma (uzun süren yolculuklarda hep aynı pozisyonda hareketsiz oturma, büyük ameliyatlar, yatalaklık hali, felç geçirilmesi) nedeniyle kanın özellikle bacak damarlarında göllenmesi
• Kanser nedeniyle damarların bozulması
• Şişmanlık
• Travmalar sonrasında damarların zedelenmesi veya damar içine yerleştirilen kataterlerin damar duvarında oluşturduğu zedelenmeler
• Gebelik ve doğum sonrası dönemde çeşitli nedenler
• Kalıtsal olarak pıhtı oluşmasına eğilimi olanlarda doğum kontrol hapları kullanılması
• Bağışıklık sisteminin, üzerinde pıhtı oluşan bazı yüzeyleri yabancı tanıyarak bu yüzeylere saldırısı (antifosfolipid sendromu)
• Kalıtsal pıhtılaşma bozuklukları

Pıhtı Oluşan Bölge, Şişer, Ağrır ve Rengi Kırmızılaşır
Prof. Dr. Mahmut Bayık, toplardamarların, organlarda dolaşan kanı temizlenip tekrar pompalanmak üzere kalbe taşıyan damarlar olduğunu belirterek, bu damarların içinde pıhtı oluşunca, kanın, tıpkı önüne baraj çekilmiş nehir gibi geriye doğru göllenip, damar dışına çıkabileceğini söyledi. Tıkanıklığın yerine göre kol, bacak ya da uyluğun şişeceğini, ağrıyacağını ve renginin kırmızılaşacağını ifade eden Bayık, bu olay iç organların toplardamarlarında olursa bu organların içinde göllenen kanın, organların görevini yapmasına engel olduğunu belirtti.

Bayık, “Bu tür bir tıkanıklık, örneğin gözde olursa görme bozukluklarına, beyinde olursa baş ağrıları ve çeşitli sinir sistemi bozukluğuna neden olur. Bu hastalarda olaydan şüphelenilmesi halinde kanda pıhtı oluşumunu ölçen testler, damarlarda tıkanıklığı gösteren venografi, venöz doppler ultrasonografi gibi testler tanıyı koydurur.” dedi.

Kalp ve Akciğer Damarlarında Oluşan Tıkanıklık, Ölüme Neden Olabilir
Prof. Dr. Bayık, toplardamar tıkanıklığı olanlarda, pıhtı büyük bir damarın içinde yerleşmişse, damarı açılmayacak şekilde tıkamışsa ve bu tıkanıklık tedaviye rağmen açılmıyorsa hasta organda varisler ve dolaşım bozukluğuna bağlı kalıcı bozukluklar olabileceğini söyledi.

Bayık, “En korkulan problemlerden biri ise pıhtının yerinden kopup dolaşıma katılması ve önce kalbe oradan da akciğere giderek akciğer damarlarını tıkamasıdır. Buna akciğer embolisi (pulmoner emboli) denir. Hastada ani gelişen solunum yetmezliği, göğüs ağrısı, öksürük, kalp yetmezliği bulguları olabilir. Tıkanıklık çok ve büyük damarlarda ise ölüme yol açabilir.” diye konuştu.

Tedavi Kan Sulandırıcı İlaçlarla Yapılıyor
Prof. Dr. Mahmut Bayık, toplardamarda pıhtı olduğu zaman bu pıhtının daha da büyümemesi için kanın pıhtılaşma fonksiyonunu bozan ilaçlar (kan sulandırıcılar) verdiklerini belirtti. Bayık, bu ilaçların verilme süresinin, damardaki tıkanma, bu tıkanıklığı oluşturan olayın ciddiyeti ve tıkanıklığın olduğu yerin hayati önemi göz önüne alınarak 6 ay ile yaşam boyu arasında değiştiğini söyledi. Tıkalı damarın tekrar açılabileceğini ve pıhtının zaman içinde eriyebileceğini ifade eden Bayık, kan sulandırıcı ilaçların kanı sulandırma derecelerinin sürekli olarak takip edilmesi ve ilaç dozlarının ayarlanması gerektiğine dikkat çekti.

Toplardamar Tıkanıklığı veya Buna Yatkınlığı Olanlar, Önlem Almalı
Prof. Dr. Mahmut Bayık, toplardamar tıkanıklığı geçirenlerin veya bu duruma yatkınlığı olanların nelere dikkat etmesi gerektiği hakkında da şu bilgileri verdi:
Prof. Dr. Mahmut Bayık

• Ailesinde toplardamarda pıhtılaşma öyküsü olanlar, daha önce bir damar tıkanıklığı geçirmiş olanlar, gebelik sırasında veya doğum sonrasında toplardamar pıhtılaşması geçirenler, genç yaşta toplardamar tıkanıklığı geçirenler, eğer pıhtılaşma yatkınlığı doğuran kalıtsal mutasyonlar taşıyorlarsa bu kişilere pıhtılaşmayı çağıracak olaylar (uzun süreli yolculuklar, ameliyatlar, damar içi katater uygulamaları, travmalar gibi) yaşamaları durumunda düşük molekül ağırlıklı heparin denen ve cilt altına zerk edilen ilaçlarla kan sulandırması yapılmalıdır.

• Böyle öyküsü olan bayanlar doğum kontrol ilacı alacaklarsa veya gebe kalacaklarsa kalıtsal bozukluk taşıyıp taşımadıkları mutlaka önceden aydınlatılmalıdır.

• Özellikle bazı kalıtsal bozukluklar (gen mutasyonları) sonucu pıhtılaşmaya yatkınlığı olanlarda gebelikler düşükle sonlanmakta olup, bu durumu bilinenlerde ve hele daha önce düşük yapmış olanlarda, gebeliğin başlangıcıyla beraber başlayarak doğuma kadar düşük moleküler ağırlıklı heparin (ve bazı durumlarda aspirin de verilerek) tedavileri uygulanmalıdır.

0 yorum

Yoksa siz de fibromiyalji misiniz?

Hiç çalışmadığınız günlerde bile kendinizi sürekli yorgun hissediyor, her yeriniz ağrıyorsa; vücudunuzdan tüm enerji çekiliyor; kol ve bacaklarınızda derman kalmıyorsa; siz de fibromiyalji hastası olabilirsiniz

Ağrı ve yorgunluk şikayetleriyle aylarca hatta yıllarca tanı konulamadığı için doktor doktor dolaşan, çevreleri tarafından ‘hastalık hastası’ olarak damgalanan birçok kişi aslında fibromiyalji hastası.

Dr. Fizyoterapist Gamze Şenbursa tıpta, yumuşak doku romatizması olarak tanımlanan, kadınlarda erkeklere göre 7 kat daha fazla görülen sinsi hastalık hakkında şu bilgileri verdi:

“Fibromiyalji depresyon, sabah sertliği, karında kramp, yorgunluk ve uyku bozukluklarının da eşlik ettiği, eklem, kas ve yumuşak dokuda ağrıya sebep olan bir hastalıktır. Fibromiyalji 2 çeşit olarak sınıflandırılabilir. Birinci tip daha sık görülür ve sebebi bilinmez. İkinci tip ise spesifik; yaralanma ve cerrahi sonrası gelişir. Genetik faktörler de etkilidir. Aile öyküsü olanlarda daha sık görülüyor.

Fibromiyaljili hastalarının en az 2/3’ü her yerlerinin ağrıdığını söyler. Hastaların çoğunlukla yaygın vücut ağrısı olmasına karşın, ana odak bir veya iki bölgedir. Ağrı yanıcı, zonklayıcı yada sabit olabilir. Sıklıkla sabahları daha kötüdür, gün içerisinde iyiye gider ve geceleri yeniden kötüleşir. Bir diğer belirti uyku bozukluğudur. Bu hastaların 1/3’ünde büyüme hormonu salgısı azdır. Uyku düzensizliğinin en büyük nedenlerinden biri budur. Hastaların %60-90’ında kötü uyku vardır. Ağrı şiddetine bakmaksızın, hastaların büyük kısmı uykuya dalmada ve uykuyu sürdürmekte zorluk çekerler, sık uyanırlar ve sabah dinlenmemiş olarak kalkarlar. Dinlendirmeyen uyku fibromiyaljinin temel özelliklerindendir. Tipik olarak uyku hafif ve huzursuzdur.
En göze çarpan özelliklerinden biride yorgunluktur. Şiddeti değişiklik gösterir. Hastanın günlük yaşam aktivitelerini kısıtlar.

18 HASSAS NOKTA
Fibromiyalji hastalarında bazı duyarlı noktalar vardır. Bu noktalardaki ağrı tanıyı koyduran en önemli kriterdir. Duyarlı noktalar, boyun, omuz, üst göğüs ve bel bölgesinde kümelenir. Toplamda 18 duyarlı nokta bulunur. Hastalığa baş dönmesi, migren, soğuk intoleransı, sık idrara çıkma, karpal tünel sendromu, çene ağrısı, deri duyarlılığı gibi farklı patolojiler eşlik edebilir. Tanı koyulması için 18 hassas noktanın en az 11’inde ağrı tespit edilmeli.”

NASIL TEDAVİ EDİLİYOR?
Atakların şiddeti ve sıklığının kontrol altına alınabildiğini belirten Dr. Fzt. Gamze Şenbursa, fibromiyaljinin klinik seyri ve tedavi yöntemleri hakkında şunları söyledi:

“Fibromiyalji tedavisinde asıl amaç ağrı – spazm- ağrı halkasının kırılmasıdır. Manuel olarak dokulara yapılan gevşetme ve spazmı çözmeye yönelik uygulamalar, yumuşak dokuların hareketinin artmasına yüzeysel kan akışının artmasına ve ağrının azalmasına yardımcı olur.

Omurgaya yönelik yapılan manuel uygulamalar, dokuları ve organları destekleyen, bağlayan ya da ayıran dokunun hareketini arttırır. Ağrıya duyarlı yapılar üzerindeki basıncı azaltır ve doku sıvılarını harekete geçirir. Omurgada eklem aralığında artışa yol açarak kas spazmını azaltır ve endorfin salınımına neden olur. Tutuk ve ağrılı eklemleri serbestleştirir adezyonları açar ve hareketliliği arttırarak ağrıyı azaltır.

Meditasyon, yoga, hipnoz gibi gevşeme eğitimleri tedavi sürecinde etkindir. Kişiye ergonomik eğitim verilerek, uyku ve çalışma pozisyonları düzenlenir. Kişinin egzersiz eğitiminde büyük önem arz eder.

ŞEKER KAFEİN VE ALKOLE DİKKAT
Fibromiyalji hastalarında beslenme de önemlidir. Stresi yok etmeye vücuttaki toksinleri temizlemeye ve bağışıklık sisteminin desteklemeye yardımcı olur. Bu hastaların özellikle şeker, kafein ve alkol tüketiminde dikkatli olmaları gerekmektedir. Bazı araştırmalara göre magnezyum takviyesi fibromiyaljili hastaların semptomlarını azaltmaya yardımcı olur.”

0 yorum

Uyku apnesi ani kalp durmasına yol açabilir

Uyku apnesi, sosyal hayata, kariyere, obeziteye, unutkanlığa ve hatta depresyona neden olabiliyor.

Kalitesiz uykunun gündelik hayata darbe vurduğunu söyleyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Gülten Özdemir, “Uyku apnesi, sosyal hayata, kariyere, obeziteye, unutkanlığa ve hatta depresyona neden olabiliyor. Uyku apnesinin en önemli belirtisi olan horlama sorununuz varsa mutlaka bir doktora başvurulmalı” dedi.

Her 100 kişiden 40’ının horlama sorunu yaşadığını söyleyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Gülten Özdemir, horlaması olan kişilerin yüzde 5’inde uyku apnesi görüldüğünü söyledi.

Uyku apnesinin en önemli belirtisinin horlama olduğunu sözlerine ekleyen Uzman Dr. Özdemir şu bilgileri verdi: “Horlama; uyurken nefes alma sırasında daralan hava yollarından geçen havanın yutak çevresindeki yumuşak dokuya çarparak, dokuların titreşmesiyle oluşan sestir. Üst solunum yolunda yutak ve dil arkasında daralmayla orantılı olarak horlama da artar. Horlama, toplumda her 100 kişiden 40’ında görülebilecek kadar sıklıktadır. Yaşın ilerlemesi ve kilo artışı horlama riskini artırmaktadır. Kadınlarda kilo alma kalça bölgesi, erkeklerde ise boyun ve karın çevresinde yoğunlaşır. Böylece erkek tipi kilo almada; yatar durumdayken göğüs için basıncı daha da artar, yutak çevresinde daralmada erkeklerin kadınlara göre daha yüksek oranda horlamasına neden olmaktadır. Menopoz döneminde ise kadınların hormonal denge değişikliğiyle birlikte, artık erkek tipi kas yapıları gelişerek horlama oranları erkeklerdeki sıklıkta olmaktadır.”

HANGİ TİPTE HORLUYORSUNUZ
Horlamanın farklı tipleri olduğunu belirten Uzman Dr. Özdemir, öncelikle kişinin nasıl bir horlama sorunu yaşadığının iyi tespit edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Özdemir sözlerini şöyle sürdürdü: “Basit horlama; daha çok sırt üstü pozisyonda ortaya çıkan ve kişinin yorulmasıyla artan şiddette kesintisiz çıkardığı gürültü sesidir. Basit horlama, hastadan çok yarattığı gürültü nedeniyle eşin uykusuna zarar verir. Ama bazen de horlama üst solunum yolu direnç sendromu denen; düzensiz, solunum güçlüklerinin eşlik ettiği fakat 5-10 saniyeyi aşmayan solunum durmalarıyla birlikte olabilir. Sık uyanıklıklara neden olur, uyku kalitesi bozulur. Uyku apne sendromuna eşlik eden üçüncü tip horlama şeklinde ise horlama; en az 10 saniye süren nefes durmalarıyla kesintiye uğrayan, boğulur tarzda şiddetli çıkarılan sesten oluşur. Yani Obstrüktif (Tıkayıcı) Uyku Apne Sendromu (OSAS) dediğimiz horlamanın, solunum durmalarıyla birlikte olduğu hastalık şeklidir.”

UYKU APNESİ ANİ KALP DURMASINA NEDEN OLABİLİR
Uyku apnesinin uykuda 10 saniyeyi aşan nefes durması olarak tanımlanabileceğini söyleyen Uzman Dr. Özdemir, “Uykuda solunum durmaları, gecede yüzlerce kere tekrarlayabilir. Her solunum durmasıyla kişi kısa süreli sık uyanıklıklar yaşar, kişi ancak uyanarak solunum durmasını giderebilir. Bu uyanıklıkları hasta gece uykusunda fark etmez, bu sık uyanıklıklar yüzünden sürekli ve dinlendirici bir uyku olamaz. Hasta farkında olmadan kalitesiz, yüzeysel bir uyku uyur. Uykuda nefesin durmasıyla, kalp ve beyin için hayati önemi olan oksijen düzeyi kanda düşer, karbondioksit düzeyi artar. Kalp atımları da düzensizleşir, ileri yaşlarda ani kalp durmalarıyla uykuda ani ölümlere neden olabilir. Hasta gece boyunca boyun çevresinden terler” şeklinde konuştu.

CİNSEL İSTEKSİZLİK NEDENİ
Uyku apnesi hastalarının kaliteli uyuyamadıkları için sabah yorgun uyandıklarını ve kendilerini uykusuz hissettiklerinin altını çizen Uzman Dr. Özdemir, “Uyku apnesi, aşırı yorgunluk miskinliğe, hareketsizliğe neden olur. Bu hareketsizlik giderek kişinin kilo alışında artışa neden olur. Sonuçta kilo; uyku apnesi hastalığını şiddetlendireceğinden bir kısır döngüye girilmiş olur. Uykusuzluk sinirliliğe, gerginliğe, iş verimliliğinde düşmeye neden olur. Trafikte kırmızı ışıkta beklerken uykuya dalarlar, uzun yolda sık trafik kazalarına sebebiyet verdikleri ortaya çıkmıştır. Cinsel fonksiyonlarda azalma ve cinsel isteksizlik görülür. Konsantrasyon güçlüklerine ve belirgin dikkat ve hafıza problemleri ile unutkanlığa yol açar. Ayrıca hastaların yüzde 30’unda depresyon olduğu araştırmalarla saptanmıştır” diye konuştu.

SÜREKLİ VE ŞİDDETLİ HORLAMAYA DİKKAT!
Horlama; eşlerin ve çevresindeki yakınlarının uykusunu bozduğu için, hastalar daha çok yakınları tarafından uyku merkezlerine müracaat etmeye zorlanırlar. Horlamanın kalp krizi, beyin damar hastalığı gibi ciddi sonuçlar doğurabilen uyku apnesinin en önemli belirtisi olduğunun altını çizen Uzman Dr. Özdemir, “Sürekli ve şiddetli horlaması, uykuda solunum durması oluyorsa, uykudan yorgun ve baş ağrısıyla uyanıyorsa, gündüz kendilerini hep yorgun ve uykulu hissediyorsa mutlaka uyku hastalıklarıyla ilgilenen uzman hekime ulaşılmalı” dedi.

0 yorum

Haftada 150 dakika 'yürüyüş' hayat kurtarıyor

İngiltere'de yapılan bir araştırma, haftada 150 dakika tempolu yürüyüş ya da bisiklete binmek gibi orta şiddetli aktivitenin, yaşam süresini uzattığını, kaliteli uyku sağladığını, depresyon ile bunama riskini azalttığını ve hastalıklara yakalanma riskini düşürdüğünü ortaya koydu.

İngiltere sağlık bakanlığı ortaklığında ülkenin önde gelen sivil toplum kuruluşları "Ramblers" ve "Macmillan Cancer Support" tarafından gerçekleştirilen araştırma ile hastalıklara bağlı ölümlerin engellenmesinde fiziksel aktivitenin etkisinin ölçülmesi ve bu doğrultuda yerel yönetimlerin fiziksel aktivite imkanlarını arttırması için teşvik edilmesi amaçlanıyor.

Haftada 150 dakika tempolu yürüyüş ya da bisiklete binilmesi gibi orta şiddetli aktivite yapılması halinde hastalıklara bağlı ölümlerin azaldığını ortaya koyan araştırma, düzenli yürüyüş yapılması halinde 7 bin göğüs, 5 bin bağırsak kanseri, 295 bin diyabet vakasının görülmesini önlediğini ve yaklaşık 12 bin kalp hastasının acil müdahale riskini azalttığını gösteriyor.

"Türkiye, hareketsizlik konusunda Avrupa'da notu en kırık olan ülke"

Yapılan çalışmayı değerlendiren İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Spor Hekimi Prof. Dr. Erdem Kaşıkçıoğlu da araştırmanın düzenli yürüyüşün insan sağlığı açısından ne kadar önemli olduğunu gösterdiğini söyledi.

Hareketsiz yaşamın "dünyada ölüm sebepleri arasında 4. sırada yer aldığını" belirten Kaşıkçıoğlu, "Dünya Sağlık Örgütüne göre hareketsizlik konusunda Avrupa'da notu en kırık olan ülkeyiz" diye konuştu.

Sağlıklı bir yaşam için mutlaka yürüyüş yapılması gerektiğini vurgulayan Kaşıkçıoğlu, şunları kaydetti: "Çünkü yürüyüş, hareketin en masum ve en doğal şeklidir. Yürüyüş herkesin rahatlıkla yapabileceği, basit ve bedava bir yöntem. Haftanın 3 günü veya daha fazlasına yayarak toplamda 150 dakika yürüyüş öneriyoruz. Fakat, ülkemizde şehir planlama, özellikle kaldırım yapılanmaları konusunda ciddi çalışmalar yapılması gerekiyor. Yürüyüş alanlarının insanlar için mutlaka yaratılması gerekiyor. Yürüyüş, aynı zamanda meme kanseri, kolon kanseri gibi birçok hastalık için önleyici oluyor. Elimizde yürüyüş gibi ani ölümleri engelleyen, kilo kontrolü sağlayan, kalp ve damar hastalıklarını ve şeker hastalığını engelleyen bir ilaç var ve insanlarımız bu ilacı kullanmayı reddediyor. Bu yaklaşımın değişmesi gerekiyor."

0 yorum

Doğru ve Sağlıklı Bir Şekilde Yaş Alın

Yaşamın doğal bir parçası olan yaşlanmak yepyeni bir dönemin başlangıcıdır. Yeni döneme ayak uydurmak yaşamın getirdiklerine kendini kaptırıp koyuvermemekle mümkündür. İleri yaşı yeni bir yaşama açılan kapı olarak düşünmek beklentileri pozitife taşıyacaktır. Nasıl yaşlanacağımız genetik özelliklerimize bağlı olmakla beraber yaşam tarzımız ve alışkanlıklarımız da önemli etkenlerdir. 

İleri yaşta vücudun ve duruşun korunması gerektiğini belirten Liv Hospital Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Hilal Yıldız “İlerleyen yaşla beraber kaslarda, eklemlerde ve kemiklerde değişiklikler meydana gelir. Bu değişiklikler yaşlanma ile az ya da çok herkes için geçerlidir.

Gelişmeyi yavaşlatmak ve mümkün olduğunca engellemek elimizde. İleri yaşta bu dönemde yapacağınız düzenli egzersiz ve hareketli yaşam tarzı ile yaşlanmanın etkilerini yavaşlatın, vücudunuzu ve duruşunuzu koruyun” dedi.

• Doğru postüre sahip olun: Yürürken, otururken, çalışırken doğru duruşa özen gösterilmelidir.

• Hareketli olun: Ev içinde ve dışında mümkün olduğunca hareketli olmak gerekir.

• Düzenli egzersiz yapın: Kas gücünün korunması ve arttırılması, eklem ve kas esnekliğinin kazanılması, denge ve koordinasyonun güçlendirilmesi için mutlaka düzenli egzersiz yapılmalıdır.

• Spor yapın: Spor yapmak kişiyi daha aktif kılar, kas kuvvetini, esnekliği ve denge duyusunu güçlendirir. Ancak, omurgayı ve eklemleri zorlayacak ağır spordan kaçınmak gerekir. Yüzme, bisiklet, yoga, tai-chi ve dans en çok önerilen sporlardır.

Yürüyüş yapın: Omurga, kas ve kemik sağlığını korumak için çok önemlidir. Haftada en az 3 gün 40 dakika tempolu yürüyüş yapmak gerekir.

• Dengeli beslenin: Doğru ve dengeli beslenme kalp, tansiyon gibi rahatsızlıkları önlemenin yanı sıra kemik erimesinin önlenmesinde de çok önemlidir. Kemik erimesinden korunmak için süt, peynir, yoğurt, koyu yeşil yapraklı sebzeler gibi kalsiyum içeren gıdaları tüketmek gerekir.


• Doğru alışkanlıklar edinin: Sigaradan uzak durmak, aşırı miktarda alkol ve kahve tüketmemek kemik erimesinden korunmak için çok önemlidir.

• Güneşten faydalanın: D vitamini eksikliği sonucu kemikler daha kırılgan hale gelir, ağrı, yorgunluk, denge bozuklukları oluşabilir. Güneş en doğal D vitamini kaynağıdır. Cildimiz mutlaka güneş görmelidir.

• Düzenli uyuyun: Kaliteli uyku kasların yeterince gevşemesini sağlar, bu nedenle yeterince ve kaliteli uykunun önemi büyüktür.

• Stresten uzak durun: Stres metabolizmayı bozarak, ciltteki yaşlılık belirtilerinin daha erken ortaya çıkmasına neden olur. Her yaşta olduğu gibi stresten uzak durmak gerekir.

0 yorum

Diş gıcırdatma deli ediyor

Gün boyu şehir hayatı veya iş hayatına bağlı yaşanan stres, dengesiz beslenme alışkanlıkları ve hareketsizlik uyku bozukluklarına neden olabiliyor. Bu uyku bozukluklarından bir tanesi de uykuda diş gıcırdatma olarak bilinen ‘Bruksizm’

Yaşamımızın üçte birini uykuda geçirdiğimiz düşünüldüğünde, uykunun insan zihni ve bedeni için ne kadar önemli olduğuna değinen Hospitadent Yönetim Kurulu Üyesi Dt. Selçuk Özbölük, “Gün boyu şehir hayatı veya iş hayatına bağlı yaşanan stres, dengesiz beslenme alışkanlıkları ve hareketsizlik uyku bozukluklarına neden olabiliyor. Bu uyku bozukluklarından bir tanesi de uykuda diş gıcırdatma olarak bilinen ‘Bruksizm’. En sık görülen uyku bozukluklarından biri olan ‘Bruksizm’, uykuda konuşma ve horlamadan sonra 3. sırada karşımıza çıkıyor” dedi.

Uyku esnasında oluşan güçlü çene hareketlerinin neden olduğu çeneleri sıkma, dişleri gıcırdatma olayı olarak tanımlanan bruksizmin görülme sıklığının %20’lere kadar ulaştığını söyleyen Dt. Özbölük, “Bruksizm konusunda yapılan araştırmalar; horlama ve uyku apnesi gibi durumların dişlerini gıcırdatan kişilerde daha çok görüldüğünü gösteriyor. Aşırı duygusal hassasiyet, sinir, stres, kuruntu, dengesiz beslenme ve hareketsizliğin yanı sıra fazla miktarda tüketilen alkol, sigara ve kafein uykuda diş gıcırdatmayı arttırıyor” diye konuştu.

Diş sıkma ve gıcırdatmanın gece veya gündüz oluşabilen istemsiz bir aktivite olduğu ancak bu durumun çeşitli olumsuz semptomlar ortaya çıkmadan hastalar tarafından genellikle farkına varılmadığını söyleyen Dt. Özbölük; “Diş sıkma ve gıcırdatmanın birçok nedeni var ve bu nedenler arasında; stres ve kişisel özellikler, uyku düzeni, uyku esnasındaki solunum bozuklukları, travmatik yaralanmalar, merkezi sinir sistemi rahatsızlıkları, yasadışı ilaç kullanımı (ekstazi), ilaç tedavileri (seratonin), alkol, kafein ve sigara kullanımı gibi faktörler sayılabilir. ‘Bruksizm’, en sık görülen uyku bozukluklarından, uykuda konuşma ve horlamadan sonra 3. sırada karşımıza çıkıyor. Hastalar genellikle diş gıcırdattığının farkında bile olmuyor. Hasta bize ancak dişlerde hassasiyet, aşınma, sallanma ve kırılma, diş sinirlerinde ölüm, çevre dokularda yaralanma, çene eklem rahatsızlıkları, baş ağrısı ve fonksiyon bozukluğu gibi durumlarda geliyor. Hastanın eşi ya da yakınları da bu durumdan rahatsız oluyorlar" dedi.

Peki diş gıcırdatmanın çözümü var mı?
Diş sıkma ve gıcırdatma tedavisinin nasıl yapıldığı hakkında bilgi veren Dt Özbölük, “Uygulanan tedavi metodu çoğunlukla kişiye özel yaptığımız gece plaklarıyla aktivitenin kontrol altına alınmasını ve meydana gelebilecek patolojik veya fiziksel değişikliklerin önlemesini içerir. Doğru teşhis konulduğu taktirde, bu rahatsızlığın gece plağı kullanımı, hasta eğitimi ve gerek duyulduğunda fizik ve ilaç tedavisi ile kontrol altına alınabildiği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Ancak diş gıcırdatmanın altında yatan diğer stres kaynaklı problemler için de bir uzmandan yardım almalarında fayda var” diye konuştu.

Diş gıcırdattığınızı nasıl anlarsınız?
• Sabahleyin kalktığınızda yanaklarınız ağrıyorsa
• Ağzınızı rahat açamıyorsanız, açtığınızda ağrı varsa ve gün içinde de ağrı devam ediyorsa
• Kulağa ve başa yayılan ağrılarınız varsa
• Ağız açma kapama sırasında zorluğun dışında klik, klak gibi sesler çıkıyorsa, uykuda dişlerinizi gıcırdatıyor olma ihtimaliniz çok yüksek.

0 yorum

Sinsi başlayan hastalık

Son zamanlarda çok daha gergin ve stresliyseniz, baş dönmeniz artmaya başladıysa; baş dönmesi sırasında ayağınızın altındaki yerin kaydığını ve tepetaklak olduğunuzu hissediyorsanız; üstelik buna bir de bulantı ve kusma eşlik ediyorsa dikkat edin Vertigo olabilirsiniz…

Vertigonun aslında baş dönmesinin genel adı olduğunu dile getiren Uzm. Dr. Gülümser Kızıltaş Tokmak; ‘Baş dönmeleri beyin kaynaklı ve beyin dışı nedenlere bağlı olabilir. Beyin kaynaklı baş dönmeleri genellikle beyincik ve beyin sapı bağlantılarında meydana gelen kitle, damar tıkanıklığı, kanama gibi nedenlerle oluşur.

Genelde daha sinsi başlar. Beraberinde daha sıklıkla bulantı, kusma olur ve dengesizlik, konuşma bozukluğu, kolda bacakta güçsüzlük gibi nörolojik bulgular eşlik edebilir. Beyin dışı dediğimiz baş dönmeleri ise daha çok kulaktan veya metabolik nedenlerden kaynaklanabilir.

Vertigo daha çok kalp damar risk faktörü olan bireylerde, titiz, çabuk sinirlenen, kendi işini asla başkasına bırakmayan, ertelemeyen, aceleci, hassas, A tipi kişilik olarak tanımladığımız özelliklere sahip olan bireylerde ve travma sonrasında görülebilir. Bunun yanında işleri gereği sürekli hareket halinde bulunması gereken meslek sahiplerinde de meslek hastalığı olarak görülebilir.

Vertigo teşhisi konulurken önemli olan vertigoya beyin mi beyin dışı kaynakların mı neden olduğunun belirlenmesidir. Eğer nörolojik muayenede beyin kaynaklı olduğunu düşünüyorsak tomografi, kranial MR gibi görüntüleme yöntemlerinden yararlanırız. Özellikle belli bir yaşın üstündeki kalp ve damar hastalığı risk faktörü taşıyan kişilerde boyun damar ultrasonu diye bilinen karotis ve vertebral arterlerin dopplerini yapmak ve beyine giden damarların akımını ölçmek faydalı olabilir. Fakat vertigo beyin dışı nedenlere bağlı ise kulak burun boğaz muayenesi ve kan tablosuna bakmak faydalıdır.

B 12, kan sayımı, demir, kan şekeri gibi tahliller bizi sonuca götürebilir. Vertigo beyin kaynaklıysa ve beyinde yer alan tümör, damar tıkanıklığı veya beyin kanaması mı buna göre tedavi edilir. Damar tıkanıklığında kan sulandırıcılar, beyin kanamasında anti ödem tedaviler ve kitlede özellikle cerrahi operasyon ya da kemoterapi, radyoterapi yapılabilir.’ diye konuştu.

0 yorum

Cildinizdeki Değişimler Hastalıkların Habercisi Olabilir!

Cildinizde meydana gelen küçük değişikliklerin aslında birçok hastalığın da habercisi olabileceğini biliyor muydunuz?

Hisar Intercontinental Hospital Dermatoloji Uzmanı Dr. Funda Ataman ile yetişkinlik döneminde görülen cilt problemlerinin altında yatabilen hastalıkları konuştuk…

Zona (Herpes Zoster)
Çok hassas ciltlerde görülen Zona, yanma ve karıncalanma ile başlar. Genellikle gövde ve kalçalarda görülen nokta halindeki döküntüler yaklaşık iki hafta sürecek ağrılı kabarcıklara dönüşür. Antiviral ilaçlar, steroidler, antidepresanlar ve topikal ajanlar ile tedavi edilebilir.

Kurdeşen (Ürtiker)
İlaçlar, gıdalar, gıda katkı maddeleri, aşırı sıcaklıklar ve boğaz ağrısı gibi enfeksiyonlar nedeniyle ortaya çıkabilen ürtiker; genellikle kaşıntılı, bazen batma ve yanma hissiyle belirtilerini gösteren alerjik bir reaksiyondur. Antihistaminikler rahatlama sağlayabilir.

Sedef hastalığı
Genellikle dirsek, diz, kafa derisi gibi alanlarda beyaz veya gümüş pullarla kaplı kalın kırmızı plaklar halinde olan bulaşıcı olmayan döküntülerle seyreden ve nedeni bilinmeyen sedef hastalığı iyileşse bile yaşam boyunca tekrarlayabilir. Cilde uygulanan ilaçlar, ışık terapisi, ağız, enjeksiyon ya da enfüzyon yolu ile alınan ilaçlarla tedavi edilebilir.

Egzama
Kesin nedeni tam olarak bilinemese de stres, sabun gibi tahriş edici alerjenler ve iklim koşullarının tetiklediği egzama, deride görülen iltihaplı, kırmızı, kuru, kaşıntılı ve bulaşıcı olmayan bir hastalıktır. Yetişkinlerde, egzama genellikle dirsek ve ellerin eklem bölgelerinde oluşur. Topikal veya oral ilaçlar ile tedavi edilir.

Rozasea (Gülleme) Hastalığı
Burun, çene, yanaklar, alın ve hatta gözde kızarıklığa neden olan gülleme hastalığında kızarıklık görünür kan damarlarının iyice belirginleşmesiyle şiddetlenebilir. İlaç tedavisinin yanı sıra lazer tedavisi, dermabrazyon ve etkilenen bölgeleri yeniden şekillendirmek için elektrokoter gibi cerrahi işlemleri içeren bir tedavi uygulanması gerekebilir.

Soğuk yaralar (Uçuk)
Herpes Simplex virüsü nedeniyle ağız veya burun üzerinde küçük, acı veren, sıvı dolu kabarcıklar oluşur. Yaklaşık 10 gün süren, uçuk çok bulaşıcıdır. Ateş, çok fazla güneş, stres, ya da adet kanamaları gibi hormonal değişiklikler uçuğu tetikler. Tedavisinde antiviral haplar veya kremler kullanılır. Ancak yaralar irin içeriyorsa mutlaka hekiminize başvurun.

Et benleri
Kadınlarda ve yaşlılarda daha fazla görülen et benleri genellikle meme, kasık, sırt, boyun, göğüs ve koltukaltında çıkar. Tehlikeli olmayan bu benler, giysi ya da sürtünmeyle tahriş olmadığı sürece ağrıya neden olmaz. Hekiminiz yakma ya da dondurma işlemiyle et benlerinizden kurtulmanızı sağlayabilir.

Akne
Genellikle yüz, göğüs ve sırt bölgesinde görülen akneler hormonlar ve bakteriler tarafından tetiklenebilir. Bu bölgeleri temiz tutmak çok önemlidir. Kendiniz aknelerinizi sıkmaya çalışmayın; enfeksiyon ya da yara izine neden olabilirsiniz.

Ayak mantarı
Mantar, soyulma, kızarıklık, kaşıntı, yanma; bazen kabarcıklar ve yaralara neden olabilen bir deri enfeksiyonudur. Ayak mantarı bulaşıcıdır. Enfeksiyon taşıyan kişi tarafından giyilen ayakkabı, ortak kullanılan soyunma odaları gibi alanlarda çıplak ayakla dolaşılmasıyla bulaşır. Genellikle ciddi vakalarda topikal antifungal losyonlar, kremler veya oral ilaçlar ile tedavi edilir. Ayak mantarı problemi yaşıyorsanız ayaklarınızı temiz ve kuru tutmaya çalışın.

Benler
Kahverengi veya siyah benler tek başına veya gruplar halinde, vücudun herhangi bir yerinde olabilir ve genellikle 20 yaşından önce ortaya çıkar. Bazı benlerde kanser olma riski yüksektir. Bu nedenle benlerinizdeki düzensiz sınırlar, renk değişiklikleri, kanama, kaşıntı gibi farklılıkları dikkate alın ve mutlaka bir dermatoloğa danışın.

Kahverengi cilt lekeleri
Yaşlandıkça yaygın hale gelen kahverengi veya gri lekeler gerçekten yaşlanmanın belirtilerinden biri değildir. Bu lekelerin temel nedeni güneşe çok uzun süre maruz kalmaktır. Beyazlatma kremleri, asit peeling ve ışık tabanlı tedaviler lekelerin görünümünü azaltabilir. Ancak doğru tanılama ve öncelikle Melanoma gibi ciddi cilt hastalıklarını ekarte etmek için dermatoloğunuza başvurun.

Melazma (Hamilelik Maskesi)
Yanaklar, burun, alın ve çene üzerinde kahverengi veya kahverengi yamalar şeklinde görülen Melazma hamilelik döneminde daha sık görüldüğü için Hamilelik Maskesi olarak bilinse de erkeklerde de görülebilir. Melazma gebelik sırasında kadınların yarısında ortaya çıkar ve genellikle doğumdan sonra geçer. Doğumdan sonra geçmeyen lekeler için mutlaka dermatoloğunuza başvurun.

Siğiller
Yaygın olarak parmak ve ellerde görülen siğiller temas yoluyla yayılabilir. Çoğu durumda zararsız olan siğiller, kendi kendine yok olabilir. Ancak devam ederse topikal ilaçlar, lazer, kimyasal dondurma ve yakma yöntemleriyle tedavi edilebilir.

0 yorum

Yirmilik Dişin mi Var Büyük Derdin Var!

Yirmilik dişler… Çıkmadığında beklediğimiz; çıktığında ise hemen çürüyüp çektirmek zorunda kaldığımız, bazen de niye çıkıyor o zaman dediğimiz dişlerimiz… 

Yirmilik dişlerle ilgili merak edilenleri ve ne zaman çekilmesi gerektiğini Hisar Intercontinental Hospital Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü Uzmanı Dt. Enver Selman Sümer’den öğrendik...

Ağzımızda en son süren ve üçüncü azı dişleri olan 20’lik dişlerin genellikle 17-25 yaşları arasında sürmeye başladığını dile getiren Dt. Sümer; ‘Bu dişlerin ağızda bırakılıp bırakılmaması konusu tartışmalıdır. Eğer doğru pozisyonda sürerlerse ve çevre dokulara zarar vermiyorsa bu dişin yerinde kalmasında bir sakınca yoktur. Çene kemiğine kaynaşmış; anormal pozisyonlu olduğu röntgenle tespit edilmiş bir dişin ileride yol açacağı zararlar göz önüne alınarak çekimine karar verilebilir.’ açıklamasında bulundu.

Yirmilik Dişimi Ne Zaman Çektirmem Gerekir?
Çürük: Tükürük, bakteri ve yiyecek parçacıkları yeni çıkmakta olan dişin açtığı yuvada birikerek hem yirmilik dişi hem de yanındaki azı dişini tehdit eder. Bu tip çürükleri erkenden fark ederek tedavi etmek oldukça zordur. Ağrıyla enfeksiyona yol açan ve apseyle sonuçlanan ağır tablolar meydana gelebilir.

Diş eti hastalığı (perikoronit): Kısmen çıkmış bir yirmilik dişin, dişetinde, bakteri ve yiyecek artıklarının depolandığı bir enfeksiyon odağı oluşur. Bunlar ağız kokusu, ağrı, ödem ve ağzın tam açılamamasına neden olur. Enfeksiyon lenfler aracılığı ile yanak ve boyuna yayılabilir. Yirmilik dişin etrafındaki bu enfeksiyona yatkın zemin her seferinde kolayca enfekte olmaya adaydır.

Basınç Ağrısı: Sürme sırasında komşu dişlere de basınç uygulanıyorsa sıkışmadan dolayı da ağrı hissedilebilir. Bazı durumlarda bu basınç aşınmaya yol açar.

Ortodontik Nedenler: Pek çok genç dişlerindeki çapraşıklıkları düzeltmek için ortodontik tedavi görür. Yirmi yaş dişlerinin sürme basınçları diğer dişlere de yansıyacağından diğer dişlerde de bir hareketlilik olur, çapraşıklıklar artabilir.

Protezle İlgili Nedenler: Protez planlaması yapılan bir ağızda yirmilik dişleri hesaba katmak gerekir. Çünkü, yirmilik diş çekildikten sonra değişen ağız yapısına göre yeni bir protez yapmak gerekecektir.

Kist Oluşumu: Gömük bir diş kiste; kist ise kemik yıkımı, çene genişlemesi, çevredeki dişlerin yer değiştirmesi ya da zarar görmesine neden olur. Kemik yıkımını önlemek için diş çekilerek kist temizlenmelidir.

Hiçbir Rahatsızlık Vermiyor Ama Kötü Pozisyonlu Bir Dişim Var…
• Dişin pozisyonunun bozuk olması enfeksiyon için tek başına yeterli bir sebeptir. Böyle bir durumda basınç ağrısı, diş eti problemleri ve benzeri sorunlar aniden ve beklenmeyen bir zamanda gelişirler.
• Yirmilik dişler, fırça ve diş ipiyle ulaşılması zor alanlarda bulunurlar. Zamanla çürümeye yol açan bakteri, asit ve yiyecek artıkları bu bölgede toplanır. Eğer diş çürür ve dolguyla onarılmazsa diş kısa zamanda iltihaplanır.
• Bu dişleri temiz tutmak zor olduğundan biriken bakteri ve yiyecek artıkları kötü ağız kokusuna sebep olur.
• Dişeti altında yatay pozisyondaki gömük bir diş, diğer dişlerin hareketi, sıklaşması ve çarpıklaşmasına neden olacak bir basınç oluşturur.
• Gömük dişin üzerini kaplayan dişetinin altına toplanan bakteriler enfeksiyona yol açar.

Yirmilik dişlerin çekilmesi için en uygun zaman nedir?
Kötü pozisyonlu bir diş şikayete yol açsın ya da açmasın 14 ila 22 yaşları arasında çekilmelidir. Genç yaşlardaki operasyonlar teknik olarak daha kolaydır ve iyileşme daha çabuk olur. 40 yaşın üstündeki operasyonlar daha zordur. Ayrıca yaşın artmasıyla birlikte yan etkiler de artar ve iyileşme dönemi uzar.

Diğer diş çekimlerinden farklı mıdır?
Yirmilik dişin konum, şekil ve boyutuna bağlı olarak uygulanacak işlemin zorluk derecesi değişir. Basit bir çekimden sonra hafif bir şişlik, ağrı ve kanama olabilir. Daha özel işlemler gerektiren bazı kompleks çekimler de uygulanabilir. Diş hekiminizin alacağı önlemler ve bulunacağı tavsiyeler yan etkileri minimalize eder. Bu çekimi takiben çekim boşluğunda kan birikmez ve ağrı da gelişebilir. Birkaç gün içinde durum düzelir. Ayrıca diş hekimini tavsiyelerine uyulduğu takdirde bu olayla hiç de karşılaşılmayabilir. İleri yaşlarda kemik yapısı yoğunlaştığı ve esneklik azaldığı için çekim zorlaşır, iyileşme yavaşlar.

Operasyon sonrası bakım
• Yara yerini kurcalamayın. Yoksa ağrı, enfeksiyon veya kanama gelişebilir.
• İlk 24 saat boyunca dişinizin çekildiği taraf ile çiğneme yapmayın.
• İlk 24 saat sigara içmeyin. Çünkü sigara kanamayı artırıp iyileşmeyi bozar.
• Tükürmeyin. Tükürürseniz kanama artar ve pıhtı yerinden oynayabilir.
• Kanamanızı kontrol edin. Eğer dikiş atılmamışsa steril gazlı bezle tampon yapılır. Pıhtı oluşumu için tamponu
yarım saat ağızda tutun. Tampon alındıktan sonra kanama devam ediyorsa yeni bir tane koyun.
• Şişkinliği kontrol edin. Operasyon sonrası bölgeye soğuk bir tampon uygulayarak dolaşım yavaşlatılır ve
yüzünüzün şişmesinin önüne geçilir. Uygulama 20 dakika soğuk tampon-20 dakika ara- tekrar 20 dakika soğuk tampon şeklindeki periyotlarla yapılır.
• İlk 24 saatten sonra her 2 saatte bir 1 bardak ılık suya 1 çay kaşığı tuz koyarak hazırladığınız karışımla gargara yapın.

0 yorum

Kışın turp gibi olmak için turp yiyin

Kışın beslenmemizde yapacağımız ayarlamalar, kışı turp gibi sağlam geçirmemizde son derece etkilidir. Turp gibi bir kış geçirmek için kış soframızda turp olmalı.

Kışın soğuktan korunmak için kıyafetlerimizi değiştirip kalın kışlık kıyafetlere geçmemiz son derece doğal ve kendiliğinden olan bir davranış. Kıyafetlerimizin kışa uygun olması oldukça normal. Hatta bu konuyu gündeme getirmek bile abes.

Kıyafetlerimizi kışa uyarlamak ne kadar gerekliyse, soframızı da kışa uyarlamak o ölçüde gerekli bir düzenlemedir. Kış sofrası bizi kış mevsiminin oluşturacağı sağlık problemlerinden koruyacak etkidedir. Hatta kışın beslenmemizde yapacağımız ayarlamalar, kışı turp gibi sağlam geçirmemizde son derece etkilidir. Turp gibi bir kış geçirmek için kış soframızda turp olmalı.

Kış mevsiminin baharatımsı tadı ile lezzet sipektrumu oluşturan turp, kış sofralarının koruyucu kalkan yapısının temel yiyeceğidir. Turpu salatalarımıza rendeleyebileceğimiz gibi doğrayıp söğüş şeklinde de tüketebiliriz. Sebze çorbasının içine 1 adet turp atmak kış çorbanızın tadını ve besin değerini zenginleştirir. Siyah turpun içini oyup 1 tatlı kaşığı bal ilave edip, 5-6 saat beklettikten sonra turpun içindeki balı yemek üst solunum yolu enfeksiyonuyla savaşımızda yardımcı etken niteliğindedir.

Beslenme ve Diyet Uzmanı
Nil Şahin Gürhan
Turpun içerdiği demir, bağışıklık sisteminizi güçlendirmenin yanında günü maksimum enerjik geçirmeniz için de destek sağlar. İçeriğinde bulunan kalsiyum ve potasyum ise dolaşımı hızlandırarak ödem oluşmasını engellediği gibi bağışıklık sistemimizi kuvvetlendiren bir başka faktördür.

Turp; enerji metabolizmasında başrol oyuncusu olan B2 vitamini, diğer adıyla riboflovin yönünden de zengindir. Böylece turpun içindeki B2 vitamini ile kilo kontrolümüze de destek sağlamış oluruz. B2 vitamini ayrıca diğer B grubu vitaminleri ile simbiyotik birliktelikle cilt, saç, tırnak sağlığında ve güzelliğinde pozitif etki gösterir.

Kışın bol bol turp yiyelim; daha az hastalanalım, daha enerjik olalım, kilomuzu daha kolay kontrol edelim, cildimiz daha pürüzsüz, saçlarımız daha parlak, gözlerimiz daha canlı olsun.



0 yorum

Ayda ikiden fazla baş ağrın varsa doktora

Kış aylarında soğuk havaların gelmesiyle birlikte herkes baş ağrısının şiddetinden ve görülme sıklığından şikayet ediyor. 

Liv HOSPITAL Baş Ağrısı Merkezi'nden Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Ertaş "Özellikle migreni olan hastalar çok dikkatli olmalı" diyor ve uyarıyor: "Kesinlikle banyo yapıp dışarı çıkmayın ve başınıza bere takın."

Neden başımız ağrıyor?
Baş ağrısının en çok yaşandığı durumlar; migren ve gerilim tipi baş ağrıları. Gerilim tipi baş ağrıları daha çok sinirsel nedenlerle oluyor ve hafif geçiyor. Sıkıştırıcı bir ağrı olmuyor, zonklamıyor, bulantı yapmıyor, başı oynatmakla artış göstermiyor, çok şiddetli geçmiyor. Bu tip ağrılar aslında doğrudan doğruya stresle bağlantılı. Sadece gerilim tipi baş ağrısı yaşayanların oranı migren ağrısı yaşayanlara göre çok daha az. Baş ağrısı çekenlerde akla ilk gelen migren olmalı. Türkiye'de her dört kadından biri migren ağrıları yaşıyorken erkeklerde bu oran 12 erkekte bire düşüyor. Hiç migreni olmayıp sadece stres baş ağrılarından yakınan hastaların oranı ise yüzde 5 dolayında. Migren fiziksel bir hastalık. Migreni herhangi bir şey tetiklediğinde beyin zarında iltihaplanma, damarlarda şişme ve ağrı oluyor.

Migren kadınları daha çok vuruyor
Soğuk baş ağrılarını tetikleyebilir ama lodos kadar değil. Sadece gerilim tipi ve stresten baş ağrısı çekenler için soğuk bir tetikleyici değildir ama migren için tetikleyici olabilir. Bir migren atağı sırasında atağı durdurmanın hızlı ve etkili yollarından birinin başa çok soğuk uygulamak olduğunu unutmamak lazım. Başın üzerine buz konabilir ya da soğuk suyla yıkanabilir.

En büyük tetikleyici hava değişimi
Soğuk hava migrende tetikleyici de olabilir. Lodos ise migrende özellikle tetikleyicidir. Hava değişim dönemleri yani mevsim dönümleri daha çok tetikleyicidir. Kadınlarda çok daha fazla migren görülüyor ve hastaların önemli bir kısmı ev hanımı. Migrenli ev hanımları lodoslu günlerde dışarıyla temastan kaçınmalı. Migren tetikleyicisi olarak hava değişimi erkeklerde ilk sırayı, kadınlarda ise ikinci sırayı alıyor. Lodosla taşınan havanın üzerindeki bazı mikropartiküller migren için tetikleyici olabilir, iltihabi duruma sürükleyebilir. Hava durumu raporlarında da artık "Sahra çöl tozları yağmuru var" diye söylüyorlar. Diğer rüzgârlarla taşınan tozların böyle bir etki yapmadığı biliniyor ama lodosun böyle bir etkisi var. Bu yüzden pek çok migren hastası havanın lodoslu olduğunu baş ağrısından anlayabilir.

Bazı ağrılar günlük hayattan kopartır
Yineleyici veya rahatsız edici baş ağrısı olanlar doktora gitmeli. Bu ağrı sık oluyorsa mutlaka gidilmeli. Kadınlar erkeklerden 3 kat daha fazla migren ağrısı çekiyor. Ve kadınlarda ağrı erkeklere göre daha uzun sürüyor. Kadınlarda ortalama süre bir buçuk gün, erkeklerde ise bir gün. Bulantı ve kusma kadınlarda daha sık görülüyor. Kadınların daha şiddetli migren atakları olabilir. Hastaların çoğu genellikle ağrılarının çok şiddetli olduğundan yakınır. Ve genellikle günlük hayata devam edemeyecek, iş bile yaptırmayacak ağrılar çekerler.

Felç riski artıyor
Bir hastanın bir ayda ikiden fazla atağı oluyorsa mutlaka düzenli bir tedaviye alınmalı. Her gün ilaç alınarak migren ortadan kaldırılmaya çalışılmalı. Bir ayda iki defadan daha az ağrı çekenler de doktora gitmeli. Migren hastalarının beşte birinden auralı diye tabir edilen baş ağrısı görülüyor. Bu hastalarda bir tarafı görememe, gözünde ışık çakma, çizgiler görme gibi belirtiler oluyor. Ve bu belirtilere sahip olanların doğum kontrol hapı, östrojen içeren ilaçlar kullanması ya da sigara içmesi durumunda topluma göre 15 kat daha fazla felç riski ortaya çıkıyor. Auralı migreni olan bir kadın hem doğum kontrol hapı kullanır hem de sigara içerse bu risk 30 katına kadar çıkabiliyor. Bu yüzden migrenin tipinin ayırt edilmesi önemli. Özellikle auralı migrene sahip olanlar ayda bir ya da iki ayda bir ağrı çekiyorlar. Sık ağrı çekmedikleri için "Doktora gitmeme gerek yok" diye düşünmemeliler. Bu hastalığın tespiti için doktora başvurmak şart.

Bu kurallara uyun, ağrıdan kurtulun
• Soğuk ve rüzgarlı havalarda başınızı bere, atkı gibi koruyucu bir şeyler örtün.
• Sabah banyo yapıp sokağa çıkmayın. Gece banyo yapıp saçınızı iyice kurutun. Banyo yapıp dışarı çıkarsanız başınız, soğuğu esintiyi daha çok hissedecektir.
• Rüzgarda durmayın. Başa doğrudan gelen rüzgarı önlemek çok önemli.
• Ev veya araçta klimayı doğrudan yüzünüze üfletmeyin. Çok şiddetli çalıştırmayın.
• Migreninizi lodos tetikliyorsa o gün dışarı çıkmamaya çalışın. Kapıyı bile açıp o havayı içeri aldığınızda evinizde lodosun etkisini yaşama şansınız var.
• Araba yolculuğunda pencereyi esintiyi hissedeceğiniz şekilde açmayın. Kapalı ortam migren için tetikleyici olabilir. Sigara gibi mesela. Ama yine de arabada içeri hava girsin diye doğrudan yüzünüze esecek şekilde camı açmayın.
• Saç kurutma makinesini ılık ayarda kullanın. Ne çok sıcak ne de çok soğuk olmalı. Vücut ısısına yakın olmalı ve hızlı üflememeli.
• Jöle sürmeyin. Çünkü jöle iletkenliği artırıyor. Aslında anneler çocuklara kızmakta çok haklı. Genç migrenli hastalarla büyük bir sıkıntımız bu.

0 yorum

Pişik kremi kullanırken dikkat etmeniz gereken 5 şey

Sıcaklıkların artmasıyla cildin tahriş olması ve pişik sorunu yeniden baş gösteriyor. Bebeklerin genelde popo ve kasık bölgesinde meydana gelen pişik, cildin uzun süre kirli bezle ve ıslak kalması, aşırı sıcaklık, bezin sürtünmesi gibi nedenlere dayalı görülen bir cilt problemi. Bebekleri ve aileleri oldukça huzursuz eden bu rahatsızlıktan kurtulmanın en kolay yolu ise pişik kremleri.

Bebeklerde sıkça görülen pişiğin tedavisinde en etkili yöntem olarak bilinen pişik kremi, doğru kullanılmadığında etkisini göstermeyebiliyor. Bunun için pişik kremi kullanırken birkaç noktaya dikkat etmeniz gerekiyor.

1.Pişik kremi kullanmadan önce bebeğinizin altını mutlaka ılık suyla yıkayıp temizleyin ve daha sonra pamuklu havlu ile kurulayın.

2.Ardından kuruladığınız cildine bebek yağı sürüp nemlendirin. Bebek yağını sürdükten sonra, pişik kremini dairesel hareketlerle, ince bir tabaka halinde sürebilirsiniz. Uygulama esnasında cilde iyice nüfuz ettiğinden emin olun.

3.Pişik kremini sürerken cildin bezle temasını mümkün olduğunca önleyin. Pişik kremi sürmenin hemen ardından bebeğin altını bezle bağlarsanız, bez kremi emebileceğinden krem etkisini göstermeyebilir.

4.Bu durumu önlemek için cildin üzerini ince bir tabaka halinde bebek kremi ile kaplamak pratik bir çözüm olabilir. Böylece hem yoğun bir bakım, hem de aktif bir koruma sağlamış olursunuz.

5.Pişik kremini her bez değişiminde mutlaka kullanın. Bu şekilde bebeğinizin cildini olası pişiklere karşı korumuş olur, cildine sağlık ve canlılık katarsınız.

Pişik tedavisi için en etkili yöntemlerden biri olan pişik kremlerini bebeğiniz sadece pişik olduğunda değil, her zaman kullanmaya çalışın. Bu noktada güvenilir ve etkili bir ürün arıyorsanız, Popolin’i önerebiliriz. Popolin’in pişik kremi ile bebeğinizin hassas cildini pişiklere karşı koruyup yumuşacık bir cilde kavuşmasını sağlayabilirsiniz.

Doğadan ilham alarak geliştirilen 99 Doğal bebek bakım serisi ise alkol, paraben ve kimyasal içermeyen ürünleriyle bebeğinizin sağlığı için ideal bir seçim olabilir. Hindistancevizi Yağı, Palm Yağı, Tatlı Badem Yağı, Ayçiçek Yağı gibi bitki özlerinin mükemmel karışımı ile bebeğinizin cildine doğal bir bakım sağlayan 99’un pişik önleyici kremini mutlaka deneyin.


0 yorum

Yaşamınızı Değiştiren 20 Beslenme Formülü

Yağı beslenmenizden tamamen çıkarmayın… Günlük beslenme düzeninde yetişkin bir kişinin aldığı enerjinin %25-30’unun yağdan karşılanması gerekir. 

1)Tamamen yağsız beslenmek, vücutta yağ dokularının yakılmasına engel olur. Yani beslenmenizden yağı tamamen çıkartırsanız yağlarınızdan kurtulamazsınız. Sağlıklı yağlar olan; zeytinyağı, fındıkyağı ve balık yağı gibi yağlara belirli miktarlarda sofralarınızda yer vermelisiniz.

2) Sofranızda yenilik yapın, avokadoya yer açın… Avokado, beslenme de meyve yerine geçmeyen ve yağ yerine kabul edilen tek meyvedir. Yüksek oranda içerdiği tekli doymamış yağ asitleri sayesinde, vücut yağlarının yanmasını kolaylaştırdığı özellikle de bel bölgesinde bulunan yağlar üzerinde etkili olduğu bilimsel araştırmalarca kanıtlanmıştır. Avokado’yu salatanıza ilave edebilir ya da püre haline getirerek sos olarak kullanabilirsiniz.

3) Bazı yağlar metabolizmanızı hızlandırır… Evet yanlış okumadınız. Beslenmenize bazı yağları dahil etmeniz daha fit olmanıza yardımcı olacak. Balık ve kuruyemişlerde ve bazı tohumlarda bulunan çoklu doymamış yağ asitlerinin (PUFA) düzenli olarak alınmasının, metabolizmayı daha hızlı çalıştırdığı Almanya’da yapılan bir bilimsel araştırmada kanıtlandı.

4) Kakao ve az miktarda çikolata yaşamınızı uzatır… 2011 yılında yapılan bir bilimsel araştırmada, obez ve diyabetik farelere verilen kakaonun toplam yaşam sürelerini uzattığı ve kalp ile ilgili problemlere kakao tüketen farelerde daha az rastlandığı belirlenmiştir. Kakaonun içerisinde bulunan antioksidanların; kalp hastalıkları riskini azalttığı biliniyor. Şekersiz kakaoları kahvelerinize, milk shakelerinize ekleyebilir, günde 3-4 tablet kadar bitter çikolata tüketerek sağlığınıza katkıda bulunabilirsiniz.

5) Süt ürünleri zayıflamanıza yardımcıdır… Kalsiyum mineralinin yetersiz alımının, vücutta yağ depolanmasının tetiklenmesine sebep olduğu biliniyor. Süt ve süt ürünlerini yetersiz tüketen kişilerin iştahlarını kontrol etmeleri de daha zor. Günlük beslenmenize 2 su bardağı kadar süt veya yoğurt eklemenin vakti geldi de geçiyor.

6) Diyet sürecini mola vererek uzatmayın… Florida Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmada, diyet sürecine ara veren veya diyet sürecini uzatan kişilerin, diyeti belirlenen zamanda tamamlayan kişilere göre kilo koruma konusunda daha başarısız olduklarını ortaya koymuştur.

7) Kilo vermek için egzersiz tek başına yeterli değildir… Sadece spor salonuna yazılarak zayıflayamazsınız. Uzun dönemli bir çok araştırma, spor yapmanın zayıflamak için tek başına yeterli olmadığını göstermiştir. Bu araştırma sonuçlarına göre, sporun zayıflama üzerindeki direk etkisi %3’tür. Anlayacağınız sağlıklı beslenmeden kaçış yok.

8) Ev işlerinden ve kişisel temizlikten kaçmayın… Balık etliler ile zayıf kişiler arasındaki bir farkında rutin işlerin düzenli yapılıp yapılmaması olduğu bilinir. Ev işleri ve kişisel temizlik için günlük yakılan kalorinin 350’ye kadar çıkabileceğini unutmayın. Haydi koltuktan kalkın ve evi toparlayın.

9) Kilonuzu sadece kardiyo egzersizler ile koruyamayabilirsiniz… Kilonuzu sabit tutmak için kardiyo yapmak yeterli olmayabilir. Uzun süreli kardiyo egzersizler daha hızlı kalori yakmamızı sağlasa da, vücudun kendini dengede tutma isteği yakılan kalorinin karşılanması adına iştahınızı fazlaca açabilir. İştahınızın kontrolünü kaybetmemek için, kardiyo seanslarını tadında bırakın ve egzersiz programınızın sonuna esneme, germe ve hafif ağırlık çalışmaları ekleyin.

10) İçten kahkahalar gerçekten zayıflatır… Bir saatlik içten atılan kahkahaların, yarım saatlik orta düzeyde yapılan egzersiz kadar kalori yaktırdığını biliyor muydunuz? Aynı zamanda salgılanan mutluluk hormonu da zayıflamanıza yardımcı…

11) Şeker isteği yoğun düşünme durumunda kaynaklanabilir… Yoğunluğu yüksek olan ofis çalışanlarının daha fazla tatlı isteği duyduğu bilinir. Bunun sebebi beynin temel yakıtının glikoz olmasıdır. Fakat şekerli yiyeceklerin rutin tüketimi vücutta yağlanmaya sebep olur. Bilgisayar başında canınız tatlı istediğinde çiğ sebze, meyve ve süt ile yani bol lif ve bol kalsiyumla şeker ihtiyacınıza karşı savaş açın.

12) Koyu renk üzüm, yağ yakmaya yardımcı… İçerdiği resveratrol isimli antioksidanın; kilo almayı kolaylaştıran insülin direncinin oluşma riskini azalttığı ve egzersize dayanıklılığı arttırdığı bilinmektedir.

13) Şekerden vazgeçemeyenler bal tüketmeli… Beyaz şekerden vazgeçemeyenler yerine bal tercih edebilir. Bazı bilimsel çalışmalarda; şeker yerine bal tüketildiğinde, bal tüketenlerin yağ depolanmasının daha az miktarda olduğu saptanmıştır. Balın şekere göre diğer avantajları antiseptik ve antiviral oluşudur.

14) Uyku sürenize dikkat edin… Günde 5 saatten az uyumanın size 300 kalorilik fazla yiyecek alımına mal olduğunu biliyor muydunuz? Ayrıca yapılan bir çalışmada, günde 8 saat uyuyanların günde 5 saat uyuyanlara göre %56 oranında daha fazla yağ kaybettikleri belirlenmiştir.

15) İştahınız açık olduğunda chop-sticks kullanın… Japonların zayıf olmasının bir sırrının da chop-sticks kullanmak olduğunu biliyor muydunuz? Yemek yeme süresini uzatan ve yavaş yemeye imkan tanıyan chop-sticksler sayesinde daha az besinle doyabilir ve daha uzun süre tok kalabilirsiniz.

16) Her öğüne bir protein ilave edin… Proteinli yiyeceklerin sindirim süresi, diğer besinlere göre daha uzun olduğundan ötürü termik etki adı verilen enerji harcamasını arttırırlar. Her öğünde süt ürünleri veya et ürünleri gibi bir proteine az miktarda da olsa yer vermek fit kalmanızı kolaylaştırır.

17) Temiz hava alın… Kirli havanın insan sağlığına olan olumsuz etkisi sadece akciğerler üzerine değil. Yapılan bilimsel araştırmalarda, kirli havanın gizli şekere (insülin direnci) yol açabileceği ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda vücut yeterli kalitede oksijen alamadığından ötürü yağ yakımı yavaşlar.

18) Etli, yoğurtlu, yumurtalı çorbalar sofralara… İçeriğinde et, tavuk, balık, süt, yoğurt, yumurta gibi protein kaynaklarını bulunduran çorbaların diğer çorbalara göre daha uzun süre tok tuttuğu ve günlük kalori alımını azalttığı ortaya çıkmıştır.

19) Yulaf bir mucizedir… Kan şekerini kontrollü yükseltmesi, kan kolesterol seviyelerini düşürmesi, özellikle kolon kanseri olmak üzere bazı kanser türlerine yakalanma riskini azaltması dışında, yulaf içerdiği lifler sayesinde hem zayıflama hem de kilo koruma döneminde elimizin altında bulunması gereken başlıca besinlerden biridir.

20) Selülitlerinize ananasla savaş açın… İçerdiği bromalin pigmenti sayesinde düzenli tüketildiğinde selülitlerde etkili bir azalmaya yardımcı olduğu bilimsel çalışmalarca kanıtlanmıştır. Bunun dışında ananas ödem söktürücü ve kabızlığı önleyici etkiye sahiptir.

0 yorum

Kendi küçük ama derdi büyük hastalık

Ağızda kötü koku, dilde renk değişimi, diş çürüğünüz, dişlerde sararma varsa diş hekimine görünmenin vakti çoktan gelmişte geçiyor demektir.

Hisar Intercontinental Hospital Ağız ve Diş Sağlığı Bölümü Uzmanı Dt. Banu Okur Çakmakçı, en sık karşılaşılşan ağız ve diş sağlığı problemlerini anlattı.

DİŞ ETİ HASTALIĞI
Diş eti sınırı boyunca bakteri plağı birikmesi uzun süre orda kalması diş eti hastalıklarına yol açabilir. Gingivitis, dişeti hastalığının ilk aşamasıdır. Sigara kullanımı, kötü beslenme, stres, kötü ağız hijyeni nedeniyle oluşan diş eti hastalıklarının ilk belirtileri kırmızı, şiş ve kanamalı diş etleridir. Doğru ağız hijyeni ve tedaviyle diş eti hastalıklarından korunmak mümkündür.

PERİODONTİTİS (İLERLEMİŞ DİŞ ETİ HASTALIĞI)
Diş eti hastalıklarının ilerlemiş aşaması olan peridontitis diş eti enfeksiyonudur. Artan diş eti iltihabı tedavi edilmezse özellikle yetişkinlerde diş kaybının en önemli nedenlerinden biridir.

AĞIZ KOKUSU
Yiyecek artıkları diş çevresinde birikerek bakterilerin de yardımıyla kötü ağız kokusuna sebep olur. Sürekli kötü ağız kokusu veya ağzınızda kötü bir tat olması, devamlı ağzınızdan nefes aldığınızın, ağız kuruluğunun, dişeti hastalığının hatta diyabetin belirtisi olabilir. Ağız kokusu ile savaşmak için dil ve diş fırçalamak, bol su içmek, ağız kokusu yapan gıdalardan kaçınmak gerekir. Bütün bu önlemlere rağmen ağız kokunuz devam ediyorsa mutlaka diş hekiminize başvurun.

AFTÖZ ÜLSERLER
Çok bilinmeyen, küçük ama ağız içerisindeki ağrılı kabarcıklarla kendini gösteren aftöz lezyonlar, aşırı duyarlılık, enfeksiyon, hormonlar, stres nedeniyle tetiklenebilir. Hekim kontrolünde ilaç tedavisi ile iyileşir.

SİYAH KILLI DİL
Kremden kahverengiye değişen renklenme dil sırtında lokalize olur. Antibiyotik kullanımı, kötü ağız hijyeni, sigara, alkol, yoğun çay-kahve tüketimi nedeniyle dilin üzerinde yaşayan bakterilerin oluşturduğu bir hastalıktır. Dil siyah görünümlü ve tüylüdür. Etkenin ortadan kaldırılmasıyla dilin fırçalanmasıyla tedavi edilir.

COĞRAFİK DİL
Dilin içerisinde kendiliğinden oluşan irili ufaklı çatlakların görünümü haritaya benzer. Coğrafik dil zararsızdır, genellikle herhangi bir tedavi gerekmez. Acı varsa, ağrı kesici ve anti-enflamatuar ilaçlar yardımcı olabilir.

AĞIZ KANSERİ
Sigara kullanımı, güneşe aşırı maruz kalma gibi nedenlerle ortaya çıkan ve yüzde açıklanamayan uyuşma, ağız ve boyun ağrısı belirtileriyle kendisini gösteren ağız kanseri; çiğneme, konuşma ve yutkunmada zorluğa yol olabilir. Erken dönemde teşhis edildiğinde tedavi edilebilir.

TEMPROMANDİBULAR EKLEM RAHATSIZLIĞI
Tempromandibular Eklem Rahatsızlığı çene, yüz, kulak ve boyunda şiddetli ağrıya; diş sıkma, gıcırdatmaya neden olabilir. Ağız koruyucusu, ilaç tedavisi ve gerektiğinde ameliyatla tedavi edilir.

PAMUKÇUK
Candida mantarının neden olduğu pamukçuk bebekler ve daha yaşlı yetişkinlerde görülür. Zayıflayan bağışıklık sistemi, yoğun antibiyotik kullanımı, diyabet gibi nedenlerle tetiklenen hastalık ağrıya neden olarak özellikle bebeklerin beslenmesinde problem yaratabilir. Mutlaka hekime başvurarak kişiye uygun tedaviye başlamak gerekir.

DİŞ ÇÜRÜKLERİ, APSELER, RENK DEĞİŞİKLİĞİ
Düzenli diş hekimi ziyareti, günlük fırçalama ve diş ipi ile temizlik sayesinde dişlerinizi çürük, apse ve renk değişikliklerinden koruyabilirsiniz. Ancak dişiniz ağrıyor ve buna kulak ağrısı ya da ateş eşlik ediyorsa mutlaka diş hekiminize başvurun.

0 yorum

Apandisit mi? Karın ağrısı mı?

Hisar Intercontinental Hospital’dan Çocuk Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Salih Somuncu, çocuklarda görülen karın ağrısının birçok nedenden kaynaklanabileceğini ve mutlaka dikkate alınması gerektiğini söyledi.

Hisar İntercontinental Hospital’dan Doç. Dr. Salih Somuncu, çocukların karın ağrısının yaşa göre değişebileceğini ancak genel olarak karın ağrısının sebeplerinin dahili ve cerrahi olarak iki ana gruba ayırılabileceğini söyledi. Doç. Dr. Somuncu, karın ağrısıyla sık karşılaştıklarını genellikle dahili nedenlerden kaynaklandığını ifade ederek, “Örneğin bir mide barsak enfeksiyonu karın ağrısıyla kendini gösterir. Kusma ya da ishal daha sonra eklenebilir. Bu da önemli bir karın ağrısı nedenidir ve çok sık karşılaştığımız bir durumdur. Bunun dışında parazitler de karın ağrısı yapar. Parazitlere bağlı karın ağrısı genelde kroniktir anlık değildir.

Dahili karın ağrısı nedenlerinden biri de idrar yolu enfeksiyonudur. Özellikle çocuk böbreği ve mesanesiyle ilgili bir sorunu tanımlayamayacağından bu dışarıya karın ağrısı gibi yansır. Bu tür sebebi ortaya çıkarılamayan kronik karın ağrılarında da mutlaka bir idrar tahlili yapılmalıdır. Diğer bir karın ağrısı nedeni de çocuklarda kronik kabızlıktır. Dahili nedenlerden kaynaklanan karın ağrıları, genelde anlık değil; uzun süreli ağrılardır” dedi.

Öncelikle Karın Ağrısının Nedenini Belirleyin!
Doç. Dr. Salih Somuncu, cerrahi karın ağrısı ile karıştırılabilecek karın ağrılarının başında genetik bir hastalık olan ve ailede başka bireylerde de görülebilen Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF)’nin geldiğini hatırlatarak, “Ailevi Akdeniz Ateşi kendisini öncelikle karın ağrısı ve yüksek ateşle gösterir. Muayene sırasında o kadar şiddetli akut karın bulguları verebilir ki zaman zaman cerrahi karın bulgularıyla karıştırılabilir. Çoğu zaman bu hastalar apandisit nedeniyle yanlışlıkla ameliyat edilebilir. En doğru tanı genetik tanıma testleridir. FMF tanısı koyulmuş ise uygun tedaviyle çok kısa sürede cevap alınabilir” diye konuştu.

Apandisit mi? Karın ağrısı mı?
Doç. Dr. Somuncu, cerrahi karın ağrılarında erken tanı ve tedavinin çok önemli olduğuna işaret ederek, şunları söyledi:

“Cerrahi karın ağrısının en sık nedeni akut apandisittir. Apandiks ince barsakla kalın barsağın birleştiği bölgede kör barsak şeklinde sonlanan bir organdır. Çocuklarda boyu uzun ve çapı dardır. O yüzden biraz daha çabuk klinik bulgu verir. Apandiksin bir nedenden dolayı tıkanması ile bulgularını gösterir. Bu sıklıkla bir lenf bezesinden kaynaklanabileceği gibi taşlaşmış bir gaitadan, parazitten ya da dışarıdan alınan yabancı bir cisimden bile kaynaklanabilir. Normalde apandiks kör barsak olduğu için iç salgılarını kalın barsağa boşaltır. Tıkanma nedeniyle boşaltma gerçekleşemeyince bir süre sonra şişmeye başlar. Enfeksiyon oluşturmayan non patojen bakteriler enfeksiyon üretir hale gelir. Barsağın iç tabakasından başlayarak kas tabakasına daha sonra da dış tabakasına ulaşarak tüm bölgeyi ilgilendiren bir enfeksiyon ortaya çıkar. Zayıf bulduğu bir noktadan da patlar. Halk arasında apandisit patlaması dediğimiz durum budur.”

Barsak Düğümlenmesi İlkbahar Mevsiminde Daha Fazla Görülüyor…
Doç. Dr. Somuncu, halk arasında barsak düğümlenmesi olarak bilinen barsağın bir şekilde tıkanmasının da karın ağrısı sebebi olduğunu dile getirerek, “Barsak düğümlenmesinde karın ağrısı çok şiddetlidir. Bunun önemli nedenlerinden biri de bağırsağın iç içe girmesidir.” dedi. Sıklıkla ince bağırsağın kalın bağırsağın içine doğru girdiğini ve ağrı anında çok şiddetli bir kıvrandırıcı ağrı ile karşı karşıya kalınabileceğini anımsatan Doç. Dr. Somuncu, şunları söyledi: “Bu ağrının sonrasında kusma ve karın şişliği başlar. Bir süre sonra da kanlı gaita eşlik eder. Barsak düğümlenmesi her yaş grubunda olmakla birlikte 9-12 aylardaki çocuklarda daha fazla görülebilir.

Barsak düğümlenmesinin mevsimsel bir özelliği vardır. Çünkü bağırsağın iç içe girmesi için uyarıcı bir nokta gerekir. Bu uyarıcı nokta çocuklarda sıklıkla ince barsak kök ve duvarlarındaki küçük lenf nodlarıdır. Bu lenf nodları da genellikle üst solunum yolları enfeksiyonlarından sonra olur. Barsak ya da solunum yolları enfeksiyonlarından bir hafta 10 gün sonra hasta bize bağırsak düğümlenmesi ile gelebilir. Aynı şekilde apandisit de üst solunum yolları enfeksiyonlarının sık olduğu ilkbahar ve sonbahar mevsiminde daha sık görülür. Barsak düğümlenmesinin tedavisinde eğer klinik bir bulgu olmamışsa 5 cm’ye kadar ameliyatsız takiple tıbbı tedavi edebiliriz. Ama sebat edip 5 cm üzerine çıkmışsa ve barsak kangreni riski varsa o zaman cerrahi müdahale yapıyoruz.”

0 yorum

Yaz aylarında varisten koruyan 7 öneri

Kadınlarda erkeklere oranla çok daha fazla görülen varis, en sık rastlanan damar hastalıklarından biridir. Yaz aylarında artış gösteren ve gün yüzüne çıkan varisler, bir estetik problemi olarak görülürken, tedavi edilmediğinde önemli bir sağlık sorununa dönüşebilir. 

Memorial Hizmet Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü Bölüm Başkanı Prof. Dr. Harun Arbatlı, varis ve tedavisi hakkında bilgi verdi.

Güneş altında değil denizde vakit geçirin

Varis şikayeti olanlar için en zor dönemler yaz mevsimidir. Bu aylar, hem sıcaklık hem de tatil sezonları olması nedenleri ile özellikle varisleri olan kişileri rahatsız eder. Varisler için genellikle bu aylarda çare aranarak daha sık doktora başvurmak gerekmektedir. Yaz aylarında güneş ışınları cildin üst tabakalarını zayıflatır, cildin nemini kaybetmesine yol açmaktadır. Bu iki etki cildin elastikliğini azaltarak, alt tabakadaki venlerin hareket kabiliyeti engellemektedir. Böylece venlerdeki kan akışı yavaşlamakta ve göllenme oluşmaktadır. Bunların yanısıra yüksek ısıya maruz kalan kan damarları genişlemekte, venlerin içindeki kapakçıkların daha fazla stress altında kalmasına sebep olmaktadır Sonuçta varisler ve örümcek ağı tarzında kılcal damarlar belirgin hale gelmektedir.

Varis tedavisi için en ideal zaman sonbahar ve kış aylarıdır

Yaz aylarının sonuna gelirken, varisleri olanlar için rahatlama dönemi başlamaktadır. Ancak tekrar yaz ayı geldiğinde varisler kartopu gibi artacak, büyüyecektir. Bu nedenle sonbahar ve kış ayları varisler için çare aranması gereken dönemlerdir. Varis tedavisi için uygulanan tüm işlemler sonrasında belli bir süre kompresyon bandajları ve varis çorapları kullanmak gerekmektedir. Ayrıca yapılan küçük cerrahi kesilerin ya da "skleroterapi" işlemleri sırasında oluşan küçük morlukların iyileşmesi için en az 6 haftalık bir süreye ihtiyaç vardır. Bu nedenlerle yaz aylarında varis tedavisi konfor açısından çok zordur. Gündelik yaşantımızda kesinti ve güçlükler yaşamamak için varis tedavisinin yapılması için en ideal zamanlama sonbahar ve kış mevsimleridir.

Yaz aylarında varisten koruyan 7 öneri;

* Yüksek koruma faktörü içeren güneş kremleri kullanılmalıdır.

* Uzun süre güneş altında kalmayı gerektiren durumlarda uygun giysiler ile bacaklar güneşten korunmalıdır.

* Özellikle serinletici türden egzersizler seçilmelidir. Yüzme va akşam serinliğinde yapılan yürüyüşler son derece faydalıdır.

* Topuklu ayakkabılar yerine spor ayakkabı ya da rahat sandaletler tercih edilmelidir. Böylece bacak adalelerinin kanı pompalayıcı etkisi artar.

* Bol su içilmelidir. Su cildin kaybettiği nemi karşılayabilmesi için çok önemlidir. Ayrıca ciltte biriken toksik maddelerin uzaklaşmasını kolaylaştırır, elastik yapıyı korumaktadır.

* Antioksidan özellik taşıyan "Diosmin" ve "Hesperidin" içeren turunçgiller, baklagiller ve diğer yeşil sebzelerde bol miktarda tüketilmelidir. Bunun için bir beslenme ve diyet uzmanından destek alınabilir.

* Oluşan varisler için en kolay tedavinin erken yapılan tedavi olduğu unutulmamalıdır.

0 yorum

Doğum kontrol haplarının bilinmeyen faydaları

Doğum kontrol hapları dendiğinde aklımıza ilk gelen istenmeyen gebelikten korunmaktır. Oysa doğum kontrol haplarının gebelikten korunmanın dışında da faydaları vardır. Hatta bazı durumlarda tedavi amaçlı kullanılırlar. 

KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı Op. Dr. Yasemin Yakut doğum kontrol haplarının faydalarını anlatıyor.

Doğum kontrol haplarının gebelikten koruma dışında da pek çok faydaları vardır. Bunlardan bazıları adetlerin düzenlenmesi, kansızlığın giderilmesi, adet sancılarının azaltılmasıdır. Doğum kontrol haplarının faydaları şöyle sıralamak mümkün:

• Adetlerin düzenlenmesi
İçerdikleri östrojen ve progesteron etkisi ile doğal adet siklusunu taklit ettikleri için adet düzensizliği olanlarda adetleri düzenlemek, yirmi sekiz günlük periyotlarda kanamanın olmasını sağlamak için kullanılır.

• Kansızlığın giderilmesi
Adet kanamasının miktarını azalttıkları için çok yoğun kanaması olan ve adet kanaması uzun sürenlerde bu yüzden anemisi (kansızlığı) olanlarda kanama miktarını azaltmak için kullanılır.

• Adet sancılarının azalması
Dismonero dediğimiz çok sancılı adet görenlerde hatta bu yüzden her ay hastanelik olup sürekli iğne yaptıranlarda adet sancılarını azaltır, yok edebilir.

• Premensturel Sendrom'da Azalma
Bazı kadınlarda sıkça görülen adet öncesi gerginlik, bulantı, göğüslerde dolgunluk hissi, iştahsızlık, şişkinlik hissi, depresif tablo, mutsuzluk hissi gibi şikayetlere adet öncesi dönem gerginliğine premenstural sendrom (PMS) denir. PMS’ un azalmasına yardımcı olur.

• Premenepzal Sendrom'da Azalma
Menopoz son adet demektir. Menopoz öncesi perimeopozol dönemde adet düzensizlikleri başlamış ve PMS'da olduğu gibi sıkıntıların baş gösterdiği dönemde OK dediğimiz doğum kontrol hapları kullanıldığında bu sıkıntılar azalır.
Op. Dr. Yasemin Yakut

• Menstruel migrenin azalması
Bazı kadınlarda adet öncesi hâkim olan hormonların etkisi ile migren tipi baş ağrıları olur. Hormonal düzeni sağladıkları için haplar bu ağrıların azalmasına da yardımcı olur.

• Over tümör ve kistlerin insidansında azalma
Haplar yumurtalıkların fazla çalışmasını baskıladıkları için yumurtalık tümörü ve basit kistlerin görülme olasılığını düşürürler.

• Endometrium kanseri riskinde azalma
Rahim için döşeyen ve adet görünce kanayan tabakaya endometrium denir. Endometrium fazla östrojen etkisinde kalırsa kanser riski oluşur. Haplar karşılanmamış östrojen dediğimiz kanser riskini düzenli olarak östrojen ve progesteron salgılattıkları için baskılar ve endometrium kanserini önler.

Tüm bu nedenlerden dolayı biz hekimler doğum kontrol haplarını her zaman gebelikten korunmak için vermeyiz. Yukarıda saydığımız etkilerinden dolayı çoğu zamanda medikal tedavi amaçlı kullanırız.

0 yorum

Dengesiz hava sizi hasta etmesin!

Küresel ısınma, iklimin değişmesi, hava sıcaklığının mevsim normalinde seyretmemesi pek çok kişiyi hasta edebiliyor. Dengesiz hava değişiminden en çok kadınlar şikayetçi. 

Kadıköy Şifa Kadıköy Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr. Deniz Hızlıbacak, dengesiz mevsimlerin yarattığı rahatsızlıklar ve çözümleri 10 maddede anlatıyor.

1. Hava değişiminden etkilenmek ne demek?
Bunun anlamı, o kişinin havadaki en ufak bir değişimi diğer insanlara göre daha kuvvetli bir şekilde algılaması. Kişinin organizması bu tür hava değişimlerine karşı baş ağrısı, uyku sorunu, bulantı, konsantrasyon bozukluğu ve depresyon gibi tepkiler veriyor. Diğer belirtiler ise dolaşım sisteminde bozukluk ve yara izlerinde ağrı. Hava değişiminin bünyede yaptığı etkiyle romatizma, osteoartrit ve astım gibi solunum sisteminde kronik hasarlar meydana gelebilir.

2. Hava değişimine karşı tepkiler arasında fark var mı?
Evet, insanların hava değişimlerine verdiği tepkiler arasında fark var. Halkın üçte biri hava değişimlerine hiç tepki göstermiyorken, diğer bir üçte bir kısım ise en ufak bir hava değişiminde hemen kolayca yoruluyor. Geri kalan kısım ise hava değişimlerine karşı oldukça hassas. Ayrıca kadınların hava değişimlerinden daha fazla etkilendikleri ispatlandı.

3. Bünyenin hava değişimlerinden etkilenmesinin sebebi nedir?
Sağlıklı bir bünye çok güçlü hava değişimleri karşısında bile dayanıklı olabilir. Bu sebepten hava değişimlerine bünyenin verdiği tepkiler çoğu zaman bazı hastalıkların habercisi olmuştur. Mesela her yağmur yağdığında eklemler ağrıyorsa bunun arkasında osteoropoz veya osteoartrit gibi eklem hastalıkları yatabilir. Kadınların hava değişimlerinden daha fazla etkilenmelerinin sebebi ise zaten sürekli bir hormonel değişim yaşadıklarından dolayı, organizmanın daha hassas olması. Bunun dışında kadınların kan basıncı daha düşük olduğundan kış mevsiminde meydana gelen hava değişimlerine karşı daha hassas. Hava değişimi ile birlikte bünyede meydana gelen değişimin asıl sebeplerinden biri de beynin vücut ısısını yeteri kadar hızlı ayarlayamaması.

4. Beynin bu durumla ne ilgisi var?
Beyin organizmanın ısısını düzenleyen klima cihazı görevini görür. Hava şartları ne olursa olsun, beynin görevi vücut ısısını 37 derecede tutmak. Bu alandaki sorunlar sonucunda kişi hava değişimlerine karşı daha hassas oluyor.

5. Bu konuyla ilgili bilimsel araştırmalar var mı?
Yapılan birçok araştırma sonucunda hava ve sağlık arasında ilişki olduğu kanıtlanmıştır. Fransız bilim adamları son on yılda meydana gelen kalp krizi vakalarıyla hava değişimlerini karşılaştırmış. Bunun sonucunda büyük ısı değişimlerinin kalp krizi riskini arttırdığı ortaya çıktı. Ayrıca değişik hava akımlarının da migren krizine sebep olduğu ispatlandı.

6. Hava değişimlerinden bünyemi nasıl koruyabilirim?
Kendini koruma düşüncesiyle evde kalmak yerine iyi veya kötü havada da dışarı çıkıp mutlaka yürüyüşler yapılabilir. Hamam veya sauna ziyaretleri, sıcak soğuk duşlar almak sizi hava değişimlerine karşı daha güçlü yapacaktır.

7. Başka ne gibi takviyelerde bulunabilirim?
Bazı mineraller ve vitaminlerle mesela selen ve E vitamini vücudun hava değişimlerine karşı biraz daha az etkilenmesinde bir rol oynuyor.

8. Hava değişiminden etkilenenler için en zararlı iklim hangisi?
Kan basıncı sabit olan durumlar en az problem yaşanan durumlardır. En sağlıksız hava şartlarından biri sıcak ve nemli hava şartlarıdır. Bu hava şartlarında her türlü rahatsızlık meydana gelebilir: Dolaşım sorunlarından tutun kan dolaşımı sorunlarına kadar her türlü ciddi rahatsızlık meydana gelebilir. Özellikle kalp ve romatizma hastalarının şikayetleri nemli ve yağmurlu havalarda artar. Kış aylarında oluşan hava basıncından dolayı kalp krizi vakaları meydana gelir.

9. Hangi durumlarda doktora başvurmalıyım?
Hava değişiminden sadece hafif etkilenenler bu sorunla baş edebilirler. Fakat romatizmaya bağlı olarak oluşan ağrılarda güçlenme meydana geliyor ve daha hassas olunuyorsa, bu durumda en kısa zamanda bir doktora başvurup mümkün olan tedavi yöntemleri hakkında konuşmakta fayda var.

10. Hava değişiminin iyi geldiği durumlar da var mı?
Evet. Mesela deniz havası alerjisi ve astımı olanlar ayrıca kan basıncı düşük olanlara çok iyi gelir. Çünkü deniz havası dolaşım sistemini harekete geçirir ve bronşları temizler. Deniz havasında alerjik tepkilere yol açacak hiçbir yabancı madde bulunmaz. Yüksek yerlerdeki ince hava ise kan üretiminde etkili. Deniz havasından uzak durması gerekenler ise kalp hastaları, kan basıncı yüksek olanlar ve tiroit bezlerinde sorunları olanlar.

0 yorum

Bu hastalığın tedavisi Antik Çağ’da

Hamilelikte değişen hormon seviyeleri tüm sistemleri etkilediği gibi ellerde de bir takım şikayetlere yol açıyor. Özellikle “Karpal Tünel Sendromu” adı verilen ve elleri ciddi anlamda yoran bir süreç başlıyor. 

Gebeliğin son aylarında ve lohusalık döneminde sıklıkla karşılaşılan bu durum uzun vadede de kalıcı etkiler bırakabilir.

GÜÇSÜZLÜK, HİSSİZLİK...

Zaman zaman ellerde uyuşma, karıncalanma, yanma, ağrı, sızlama gibi belirtilerle kendini gösteren Karpal Tünel Sendromu, ilerleyen durumlarda güçsüzlük, hissizlik gibi şikayetlere de zemin hazırlıyor. Özellikle başparmak, 1. ve 2. parmak ile 3. parmağın yarısında bu şikayetlerden yakınan anne adayları bir eşyayı tutarken zorlandığını hatta elinden düşürdüğünü söyler.

BEŞİNCİ AYDAN SONRA GÖRÜLÜR

Karpal Tünel Sendromu‘nda esas sıkıntı median sinirin altından geçtiği bağın aşırı kalınlaşması sonucu sinire bası yapmasıdır. Fakat yapılan araştırmalarda hamilelerde bağın kalınlığının normal olduğu gösterilmiştir. Ama tünelin içinde oluşan ödem yani dokular arasındaki şişlik ve hormonal değişiklikler sinire bası yaparak karpal tünel bulguları yaratır. Gebelikte özellikle 5. aydan sonra görülür çünkü bu aylardan sonra vücutta kilo artması, su tutulması, şişme (ödem) artar.

HER ÜÇ GEBELİKTEN İKİSİNDE GÖRÜLÜYOR

Okan Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa’nın verdiği bilgiye göre, son 50 yılda yapılan 120’ye yakın bilimsel çalışmanın verileri bir araya getirildiğinde her üç gebelikten ikisinde karpal tünel hastalığının gözlendiği tespit edilmiş. Hiç de küçümsenmeyecek bir çoğunlukta rastlanan bu sendrom, doğumdan sonra 3 yıl geçmiş olmasına rağmen %85 ‘lik bir popülasyonda da etkilerini devam ettiriyor.

Doğum sonrasındaki ilk iki haftada kilo kaybı ve ödemin çözülmesine bağlı olarak her dört hastadan üçünde (% 75) ağrı ve diğer bulgular azalıyor. Bu nedenle tedavinin ilk aşamasında hedef doğum sürecine kadar hastanın şikâyetlerinin azaltılması ve rahatlamasını sağlamaya yöneliktir.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, bu amaçla uygulanabilecek en etkili yöntemin manuel terapi olduğunu söylüyor. Yrd. Doç. Dr. Şenbursa, hem doğal bir yöntem olması hem de hiçbir yan etkisinin olmaması nedeniyle hamileler için en güvenli terapi yöntemi hakkında şu bilgileri verdi:

5-8 SEANSTA KURTULMAK MÜMKÜN

“Tarihi antik çağlara kadar uzanan manuel terapi yöntemi ile dokular üzerinde ödemin oluşturduğu bası el ile yapılan mobilizasyon ve gevşetme teknikleriyle azaltılarak o bölgede ilk seanstan itibaren genel bir rahatlama sağlar. Aynı zamanda manuel terapi ile birlikte kinezio-bant uygulaması ile ödemin azaltılması desteklenir ve bağlar üzerindeki bası azaltılabilir. Kısacası manuel terapi yöntemi ile 5-8 seansta karpal tünel sendromunun etkilerinden hamilelik döneminde kurtulmak mümkün.”

0 yorum

Aşı Hayat Kurtarır

Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nin bir girişimi olan Avrupa Aşılama Haftası’nın bu yıl 10’uncusu düzenleniyor. Aşılama, hem çocuk hem de tüm toplum sağlığını iyileştirmede insanlığın attığı en büyük adımlardan biridir. Yıllar içinde geliştirilen aşılar sayesinde birçok enfeksiyon hastalığının kontrol altına alınması, azaltılması ve hatta ortadan kaldırılması mümkün olmuştur. 

Hijyen kurallarına uymak, iyi beslenmek veya bağışıklık sistemini güçlendirdiği düşünülen takviyeler kullanmak hastalıklardan korunmada asla aşıların yerini alamaz. Aşılanmayan çocuklarda görülen bulaşıcı hastalıklar hastanede yatmayı gerektirecek kadar ağır hatta ölümcül dahi olabildiğini söyleyen Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Eda Balanlı “Anne babaların bebek ve çocuklarını bu hastalıklardan korumada en önemli silahları aşılardır.

Bağışıklama yaşamın erken döneminde başlamalıdır çünkü bebek ve küçük çocuklar bulaşıcı hastalıklara karşı daha savunmasızdır, hastalıkları diğer bireylere göre çok daha ağır geçirir” diyor. Uzm. Dr. Eda Balanlı çocuklarda aşılamanın önemini anlattı.

Günümüzde rutin aşılama şemasında olan birçok hastalık geçmişte binlerce çocuğun sakat kalmasına ve ölmesine sebep olmuştur. Örneğin 1950’lerde çocuk felci sadece ABD’de yılda 37.000 çocuğun sakat kalmasına, 1.700 çocuğun da ölümüne neden olmaktaydı. Difteri aşısından önce her yıl yaklaşık 15.000 kişi bu hastalıktan hayatını kaybetmekteydi. Her yıl 70.000 çocuk rotavirüse bağlı ishal nedeniyle hastaneye yatmaktaydı. Bunlar gibi birçok bulaşıcı hastalığı aşılar sayesinde artık nadiren görüyoruz. Yine de tamamen ortadan kalkmış değiller, bazı ülkelerde halen sık görülüyor. Aşılama oranları azaldığında tekrar benzer sıklıklarda görülebilirler. Bu nedenle çocuklarımızı aşılamaya devam etmeliyiz.

Unutulmamalıdır ki aşısız veya eksik aşılı kişiler hem kendilerini hem de yaşadıkları toplumaki diğer bireyleri riske atmış olurlar.

Aşılar nasıl korur?

Vücudumuz bir mikropla karşılaşıp yendiğinde geriye hastalığı yenmeye yarayan ‘antikor’ denilen koruyucu maddeler kalır. Aynı mikropla yeniden karşılaştığımızda hücrelerimiz mikrobu hızla tanır ve daha önce oluşturduğumuz antikorlar mikrobu ortadan kaldırır. Aşılar da enfeksiyonu ‘taklit’ ederek bağışıklık sistemini güçlendirir ancak bu ‘taklit’ hastalık oluşturmaz çünkü aşılama işleminde hastalık yapan canlı mikrop yerine zayıflatılmış veya ölü mikrop ya da mikrobun yapısal bir parçası veya bir ürünü işlemden geçirilerek vücuda verilir. Bu sayede bağışıklık sisteminin gerçek bir enfeksiyona vereceği yanıtı vermesi sağlanır. Diğer bir deyişle hastalanmadan vücutta o mikroba karşı koruyucu antikorlar yapılır.

Vücut o mikroorganizma ile karşılaştığında hızla tanır, daha önceden üretilen antikorlar sayesinde mikroorganizma yok edilir. Hamileliğin son haftalarında annenin koruyucu antikorları bebeğe geçer. Bu antikorlar bebeğe kısmen koruma sağlar. Ancak antikorlar hızla ömürlerini tamamlar. Bu nedenle aşılanmamış bebekler potensiyel tehlikeli hastalıklar karşısında tamamen savunmasız hale gelir.

Ne zaman aşı yapılmaz?

Aşıların ciddi bir neden olmadan geciktirilmesi doğru değildir. Aşı dozlarının gereksiz geciktirildiği çocuklar, önlenebilir bulaşıcı hastalıklar açısından risk altındadır. Hafif seyreden ateşli veya ateşsiz hastalıklar, antibiotik kullanmak veya hastalığın iyileşme döneminde olmak aşılanmaya engel değildir. Ancak orta-ağır derecede hastalık halinde veya aşının içeriğine karşı ciddi alerjik reaksiyon gelişmişse aşı yapılmaz. Anaflaktik ağırlıkta olmayan basit alerjiler aşılanmaya engel değildir. Bunun dışında canlı aşıların bağışıklık sisteminin bozulduğu durumlarda yapılması sakıncalıdır. Değişik aşılar bir arada ve aynı gün uygulanabilir. Birden fazla aşının aynı gün uygulanması istenmeyen etki olasılığını arttırmaz, bebeğe ‘ağır’ gelmez. Bu uygulama güvenli ve etkindir; bağışıklık sistemini zayıflatmaz, tersine kuvvetlendirir.

Ne mutlu ki geçmişte çok yıkıcı sonuçları olan birçok bulaşıcı hastalık artık ülkemizde çok nadir görülmekte veya hiç görülmemektedir. Fakat dünyanın birçok yerinde bulaşıcı hastalıklara bağlı salgınların halen devam ettiği unutulmamalıdır. Bu nedenle çocuklarımızı aşılamaya ve onları korumaya devam etmeliyiz.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI