işü
Son yayınlanan yazılar
print this page
Son yazılar
kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Saçlarınızın Sağlıkla Parlamasını İstiyorsanız...

Kadın güzelliğinin önemli bir parçası olan saçlarınızın, sağlıkla parlayan cildinize eşlik etmesini ister misiniz? O zaman bu yazıyı okumanızda fayda var…

Yaz mevsiminde daha çabuk yıpranan saçlarınızın, nasıl daha sağlıklı bir görünüme kavuşabileceğini Hisar Intercontinental Hospital Dermatoloji Uzmanı Dr. Burçak Bozdemir Aral’dan öğrendik.

Kadınların yaklaşık % 40’ının yaşamları boyunca en az bir kez saç dökülmesi problemi yaşadıklarını belirten Uzm. Dr. Burçak Bozdemir Aral; ‘Kıl köküne yeterli maddelerin ulaşamaması sonucu saç beslenemez, incelir, kırılgan hale gelir ve dökülmeye başlar. Dışarıdan uygulanan kozmetikler saçın temizlenmesini, kolay taranmasını ve görüntüsünü etkiler. Ancak unutmamak gerekir ki saçın beslenmesi ve büyümesi yalnızca kökü yoluyla olur.’ diye konuştu.

Yaz Mevsiminde Işıldayan Tek Şey Cildiniz Olmasın!

Yaz mevsiminde UV ışınlarına ve güneşe normalden daha uzun süre maruz kalma, deniz ve havuz suyuna sık temas etme gibi nedenlerle saçlarınız kurur ve yapısı bozulur. Saç kuruluğunu azaltan bakım ürünleri kullanmak ve saçı yıpratan bu etkilerden uzaklaşmak hasarı azaltmakta önemli role sahiptir. Saçınızın yapısını sağlamlaştırmak ve dökülmeleri azaltmak istiyorsanız;

Yaz mevsiminde daha çabuk yıpranan saçlarınızın, nasıl daha sağlıklı bir görünüme kavuşabilir.

• Saçlı deri tipinize uygun ürünler kullanın.

• Saçınızı aşırı taramayın, sıkı toka ve bandajlar kullanmayın.

• Saç derinize uygun boyaları kullanın.

• Deniz ve havuz suyunun zararlarından korunmak için mutlaka saçınızı deniz veya havuza girdikten sonra yıkayın.

• Uv ışınlarına gereğinden fazla maruz kalmayın. Güneş ışınlarında bulunan UV ışınları saçın mat ve kaba görünmesine neden olur. Saç elastik yapısını kaybederek daha kırılgan hale geldiğinden taramak ve şekil vermek zorlaşır, sık sık kırılır.

• Dermatoloğunuza başvurun ve hekiminizin yönlendirmesiyle saçınızın ihtiyaç duyduğu vitaminleri içeren ilaçları kullanın. Bu vitaminleri uygun olan miktarda besinlerle almak zor olduğundan ve dışarıdan uygulanan kozmetikler saçın beslenmesini etkilemediğinden, ağızdan kullanılan bu ilaçlarla saçın ihtiyaç duyduğu destek sağlanmış olur.

0 yorum

Kadınların korkulu rüyası: Panik atak

Panik çok ani ve beklenmedik şekilde gelişen, kişiyi çaresiz ve işlevsiz kılan yoğun bir korku ve panik halidir.Bu atakların en büyük özelliği kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, nefes alamama, mide bulantısı, baş dönmesi, el ve ayaklarda uyuşma, titreme, sıcak basmaları gibi birtakım bedensel şikayetlerin bu korku haline eşlik etmesidir.Bu şikayetlerin yanı sıra kişi o esnada kontrolünü kaybedeceğine, bayılacağına, kalp krizi geçireceğine, öleceğine veya kimsenin ona yardımcı olamayacağına dair ciddi endişeler yaşar.


Bu ataklar, yaşayan kişi tarafından hem fiziksel hem de duygusal olarak oldukça zorlayıcı ve yorucu deneyimler olarak tanımlanabilir. Öyle ki, atakların sonrasında sakinleşmek ya da atakların etkisinden kurtulmak oldukça uzun süreler alabilmektedir. Zaman zaman bu ataklar gece uykuları sırasında da görülebilir. Gün içerisinde yaşananlara oranla sıklığı daha az olmasına rağmen bu ataklar, kişiyi sebepsiz bir korku ile aniden uykusundan uyandırabilir ve kişinin sakinleşerek kendine gelmesi epey uzun zaman alabilir.


Ataklar daha çok geceleri görülür!
Çok tipik olarak fiziksel bir sebebi olmadan tekrarlayıcı birden çok atak geçiren, yeniden bir atak geçireceğine ve kontrolünü kaybedeceğine dair ciddi korkuları olan ve bu ataklar ışığında davranışlarında çeşitli değişiklikler ve kısıtlamalar yaşayan insanlar bu noktada panik bozukluk tanısı alırlar.
Burada ayırıcı tanı konusu önem kazanmaktadır; zira, diğer anksiyete spektrumundaki hastalıklarda, posttravmatik stres bozukluğunda, ya da bazı maddelerin intoksikasyonu ya da geriçekilme reaksiyonlarında da panik atağa benzer seyirler gösterebilir. Ayırıcı tanı tedavini seyri açısında büyük önem teşkil etmektedir.



Panik atak kadınlarda daha sık görülüyor!
Genellikle kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülen ve yaşamın çeşitli dönemlerinde de ortaya çıkmasına rağmen en sık genç yetişkinlikte kendine gösteren panik atağın ortaya çıkışını anlamak üzere günümüzde değin birçok teori ortaya atılmış. 
Özellikle son yıllarda bu konudaki araştırmaların sayısında artışlar meydana gelmiştir. Bunların en ünlülerinden biri “korkunun korkusu” ya da başka bir deyişle “korkudan korkmak” kavramından yola çıkarak bedensel duyumların bir kez kaygıyla eşleştiğinde takip eden her seferinde bu duyumların kaygı ve korkunun habercisi, tetikleyicisi haline gelebildiğini ifade etmektedir. 
Bu döngüye ek olarak söz konusu kişi aynı zamanda bedeninde gelişen fiziksel semptomları da bir felaket gibi yorumlamaktadır. Bu yorumlar da kaygı ve korkunun daha da artmasına sebebiyet vererek döngüyü daha da kuvvetlendirmektedir. 


Kendini çok dinleyen Panik atağa daha yatkın!
Panik atak aynı zamanda son yıllarda kaygıya duyarlılık kavramı ile de ilişkilendirilmektedir. Buna göre son yıllarda yapılan birçok yabancı kaynaklı araştırma vücudundaki değişimlere hassas olan, fiziksel semptomları felaket olarak yorumlamaya daha yatkın olarak tanımlanan kaygı hassasiyeti yüksek insanların panik atak geçirme risklerinin bu hassasiyeti daha az olan insanlara göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. 
Bunu destekler nitelikte, bu atakların duygu ve düşüncelerden daha çok bedensel duyumlarına odaklanan ve duygularını söze dökme becerileri görece daha zayıf olan kişilerde görüldüğünü de söylemek mümkündür. 
Bu kişilerin daha çok zihninin bedensel duyumlarla ve değişikliklerle meşgul olduğu söylenebilir. Halk arasındaki tabiriyle belki “kendini, bedenini sık sık dinleyen” kişiler bu gruba rahatlıkla dahil edilebilirler.
Kayıplar ilk atağı tetikleyebilir!
Biyopsikososyal yaklaşım ise diğer birçok duygusal sıkıntıda olduğu gibi paniğin biyolojik hassasiyetler, düşünce şekli, ve birtakım sosyal stresörlerin birleşimi ile ortaya çıktığını ifade etmektedir. En başta genetik geçirgenliğin etkili olduğunu, ailesinde panik atak yaşayan bireyler bulunan kişilerin hayatlarının bir döneminde benzer ataklar geçirme olasılıklarının böyle bir aile öyküsü olmayanlara oranla elbette ki daha fazla olacağı bilinmektedir. 
Bu yönde ortaya atılan başka bir teori ise vücudumuzun gerçek ve fiziksel bir tehdit karşısında harekete geçen ve kendimizi korumamıza yol açan bir dizi fiziksel ve zihinsel mekanizmalardan oluşan alarm sisteminin ortada gerçek bir tehdit ya da tehlike yokken gereksiz yere harekete geçmesi şeklinde açıklanabilir. 
Buradaki temel mekanizmalardan birinin kişinin içinde bulunduğu durumu yanlış yorumlaması olduğu belirtilmekte olsa da yine de bu durumun tam olarak nasıl ortaya çıktığı sorusu henüz tam bir yanıta kavuşmamıştır. 
Atakları tetikleyici sosyal faktörlere bakacak olursak ilk atağın genellikle kayıpla bağlantılı bir stres faktörü ile tetiklenebildiğini söylemek mümkündür. Örneğin geçirilen büyük bir hastalık, bir yakının ölümü, iş yaşamında bir stres, veya büyük değişimler atakları tetikleyebilmektedir. 
Bunun yanı sıra birçok araştırma geçmişinde fiziksel ya da cinsel taciz öyküsü olan kişilerin bu atakları yaşama riskinin böyle bir yaşam öyküsü bulunmayan kişilere oranla daha yüksek olduğunu göstermektedir.

Genellikle panik atağa depresyon eşlik eder!
Panik ataklara yönelik yapılan araştırmalar ve klinik bulgular hastalık sürecini en çok etkileyen faktörlerin yaşanan panik atakların sıklığı, kaygının derecesi ile panik bozukluğa sıklıkla eşlik eden depresyon gibi diğer zorlanmaların varlığı olduğunu göstermektedir. 
Bunların yanı sıra hastalığın sürecini ve devamlılığını etkileyen en önemli faktörlerden biri ise birçok hastada görülebilen kaçınma davranışıdır. 
Buna göre, kişi bir kez bir yerde panik atak geçirdiğinde yeniden atak gelecek diye korkarak gerçek dışı bir korku geliştirebilir ve bu durumlardan ve ortamlardan kaçınmaya başlayabilir. Bu bazen öyle bir noktaya varabilir ki kişi evinden çıkmaya korkar hale gelebilir. 
Bu durum agorafobinin eşlik ettiği panik bozukluk olarak tanımlanır ve agorafobinin geliştiği durumlar, ya da daha genel bir deyişle kaçma ve kaçınmanın eşlik ettiği durumlar hastalığın sürmesine ve daha kötü bir prognozu olmasına büyük etki eder. Böyle bir durum elbette ki bu atakların kişinin kendini birçok aktiviteden de alıkoyması anlamına gelerek yaşamını iyice kısıtlamaya başlaması açısından da büyük önem taşır. 


Panik atak mutlaka tedavi edilmeli!
Hem klinik bulgular hem de bu alanda yapılan araştırmalar panik atakların tedavi edilmemesi durumunda kendiliğinden geçme ihtimalinin neredeyse yok denecek kadar az olduğunu, ciddi anlamda kronikleşebilme riskinin yüksek olduğunu göstermektedir. 
Bu nedenle bu atakların yaşanması halinde tedaviye başvurmak oldukça önemlidir. Ancak bu hastalar çoğunlukla birçok tıbbi tetkikten geçmiş şekilde ruh sağlığı uzmanlarına ulaşırlar. Bu birçok hasta için aslında son duraktır. 
Çünkü ilk etapta kendilerine bir şey olacağından korkarak panik içerisinde hastanelere veya en yakın sağlık kuruluşlarına başvururlar. Fakat aldıkları sonuç bir anlamda hayalkırıklığı yaratma derecesindedir çünkü sonuçlar bedensel şikayetlerinin fiziksel bir dayanağı olmadığını gösterir. Bu noktada somut bir şey duyamamak ve bu nedenle de o esnada somut bir tedavi şekli ile karşılaşamamak, kendisine ne olduğunu ve semptomlarını anlamlandırmakta zorlanan hastaları bir türlü rahatlatmaz. 
Hatta ruh sağlığı uzmanlarına başvuran hastalar dahi şikayetlerinin halen fiziksel bir dayanağı olduğuna inanmak ister, bu şekilde bir tedavi sürecinin daha kolay olacağını düşünürler ya da bunun ruhsal bir sorun olduğunu bir türlü kabul etmek istemezler, veya birçoğu doktorların birtakım şeyleri gözden kaçırmış olabileceklerine dair müthiş endişe duyarlar. 
Özellikle tedavinin başlangıç aşamasında yine sıklıkla doktora gitme, çeşitli tahliller yaptırma gibi davranışlar içerisine girebilirler. Bu hasta grubu bu anlamda ne yazık ki tedavide işbirliği sağlamanın görece biraz daha güç olduğu, kısmen dirençli vakalardır denebilir. Ancak işbirliği sağlandığında da tedavisi mümkün olan bir durumdur. 
Fiziksel bir dayanağının olmaması yaşanan bu kaygı ve korkunun büyüklüğü ile bunun ciddiye alınması gereken ve tedavisi mümkün olan bir durum olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu süreçte birçok hasta için medikal destekle birlikte psikoterapi en etkin çözümü sunar.
Ancak atakların çok sık olmadığı, kişinin yaşam kalitesini ve günlük işlevselliğini büyük oranda bozmadığı durumlarda ilaç tedavisi bir uzman değerlendirmesi sonucunda önerilmeyebilir. Fakat ilaç desteği tedavi protokolünün bir parçası olmasa dahi psikoterapi olmazsa olmaz bir parçasıdır.
Psikoterapi çalışması ile hastanın bu semptomların gelişmesine sebep olan duygusal faktörleri ve düşünce süreçlerini anlaması, bu faktörlerle nasıl baş edeceğini, anksiyeteyi azaltıcı ve kontrol altına alıcı çeşitli rahatlama tekniklerini ve bu atakları engellemeyi ya da başladığında kendisini yatıştırabilmesini öğrenebilmesi hedeflenir.
Salt ilaç tedavisinin uygulandığı durumlarda atakların zaman içerisinde nüks etme riski oldukça yüksektir. Eğer siz de bu şikayetleri yaşıyorsanız mutlaka gecikmeden bir uzmana başvurmanız ve tedavi sürecine mümkün olan en kısa sürede başlamanız önerilir.

0 yorum

Meme kanseri erkek'te de görülüyor

BÜLENT Ecevit Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Güldeniz Karadeniz Çakmak, meme kanserinin erkeklerde de görülme olasılığının bulunduğunu söyledi.
Doç. Dr. Çakmak, "’Ben erkeğim, ben de meme kanseri olmaz’ diye düşünmek çok yanlış bir tutum.
Dolayısıyla erkeklerin de memeleri konusuda dikkatli olmaları gerekir" dedi.
Doç. Dr. Güldeniz Karadeniz Çakmak, meme kanserinin sadece kadınlara özgü bir hastalık olarak değerlendirildiğini, ancak erkeklerde de nadiren meme kanserine rastlandığını kaydetti.


Meme kanseri olan erkeklerde pek çok farklı belirti görülebileceğini ifade eden Doç. Dr. Çakmak, şöyle dedi:

"En yaygın görülen belirti meme dokusunda kitle veya kitlelerdir. Tespit ettikleri herhangi bir kitlede ya da farklı bir yapıda mutlaka bir hekime başvurmaları gerekir. Erken dönemde tespit edilmesi, hastalığın tam olarak tedavi edilmesini sağlayabilir. Dolayısıyla da ’Ben erkeğim, ben de meme kanseri olmaz’ diye düşünmek çok yanlış bir tutum.
Erken evrede teşhis çok önemli. Memede bir şişlik tespit edildiği zaman uygulanan tanı yöntemleri aynen kadınlarda uygulandığı gibidir."

KADINDA ERKEN TEŞHİSİN ÖNEMİ
Doç. Dr. Çakmak, meme kanserinin kadınların en sık karşılaştığı kanser türlerinin başında geldiğini, erken dönemde teşhis edilememesi sonucunda da ciddi boyutta hasta kayıplarıyla karşı karşıya kaldıklarını söyledi.
Dünya genelindeki istatistiklere bakıldığında 8 ila 10 kadından birisinin günümüzde yaşa bağımlı olarak meme kanseri ile karşı karşıya kaldığını ifade edene Doç. Dr. Çakmak, "Günümüzde yapılan çalışmalar doğrultusunda özellikle erken dönemde tespit edilen hastalarda memenin tamamını almamız söz konusu olmuyor. Hastaların meme dokusunu korumamız söz konusu oluyor ve buna bağlı olarak da tedavilerini organize edebiliyoruz" diye konuştu.
0 yorum

Bir Jinekoloğa En Son Ne Zaman Gittiniz

Bir yıldan fazla oldu galiba..belki de çok daha fazla.. ama şimdi randevu al, işi gücü bırak, çalışıyorsan patrondan izin al, trafiğe katlan, bir sürü tetkik de istenirse ek masraflar, filan...hem zaten şu anda hiçbir şikayetim yok ki.."

Aman böyle demeyin sakın..sadece ayıracağınız 1-2 saat ve küçük bir bütçe belki de başınıza gelebilecek çok çok önemli bir sorunu daha başında çözecek. Önemli sorun derken açıkçası KANSER'den bahsediyorum.
Rahim, rahim ağzı, yumurtalık ve meme kanserinden. Unutmayın ki tüm bu kanserler belirti vermeye, şikayete yol açmaya başladıklarında muhtemelen geç kalmış olabilirsiniz. ! Evet, kanserlerin önemli bir bölümü halen sadece erken teşhis sayesinde tedavi edilebilmekte. Geç kalındığında yani hastalık ilerlediğinde ise yapılacak tedavilerle belki yaşam süreniz biraz uzatılabilir ama malum sondan kaçamazsınız.

Oysa ki muayene, ultrason ve basit bir smear testiyle (rahim ağzından fırçayla sürüntü alınması) bundan kaçınmak mümkün. Rahim ağzı kanseri yavaş gelişen bir kanser olup, saldırgan kanser olmadan uzun zaman önce smear testi ile bu hücresel değişimler tespit edilebilir. Smear testi rahim ağzı kanserine bağlı ölümleri azalttığı gösterilmiş olan basit ve etkili bir tarama testi. Bundan 20-25 yıl önce ABD'de genital kansere bağlı ölümlerde rahim ağzı kanseri birinci sırayı alırken smear testinin devlet politikaları ile teşvik edilmesi sonucu dördüncü sıraya düşmüştür.

Ülkemizde smear taraması büyük ölçüde kadın doğum hekiminin yönlendirmesi, daha düşük oranda hastanın isteği ile yapılmaktadır. Şikayeti olmasa dahi rutin kontrole giden ve smear testi yaptıran kadınların oranı ne yazık ki halen olması gerekenden çok daha düşük. Cinsel yaşantısı başlamış olan her bayanın yılda bir kez smear testi yaptırmasında fayda var.

Genç bayanlarda arka arkaya üç kez normal çıkarsa 2 yılda bir de yapılabilir. Rahim ağzı kanseri aşısı hakkında son yıllarda ilerlemeler kaydedilmiş olsa da bu konuda halen smear testi tüm diğer önlemlerin önünde değerini korumaktadır.
Karında kocaman kitle olana kadar genellikle bulgu vermeyen yumurtalık kanserleri ise kadın genital kanserleri arasında en acımasız ve sinsi olanı..
Doktorunuzun yapacağı bir ultrason muayenesi ile şüphelenilip istenecek ileri görüntüleme yöntemleri ve kan tahlilleriyle üzerine gidildiğinde ancak ortaya çıkarılabilir.

Aynı şekilde meme kanserinin de kadınların korkulu rüyası ve önce giden ölüm sebeplerinden olduğunu bilerek jinekoloğunuzdan meme muayenesi de talep etmelisiniz. Kendi kendinizi düzenli olarak muayene ediyor olsanız da doktor muayenesinin ve gerekli görülürse istenebilecek olan ultrason veya mamografinin önemi büyük.
Tüm kanserlerin son yıllarda gösterdiği artışı da düşünecek olursak yapılacak şey elimizden geldiği kadarıyla gerekli önlemleri almak.
Sevgili bayanlar, hayat güzel.. neşeyle, sağlıkla, keyifle yaşamalısınız. "Uzun süre oldu galiba.." diyorsanız bugün jinekoloğunuzu aramayı ihmal etmeyin..
Sağlıklı günler dileklerimle…
Doç. Dr. Selman Laçin

0 yorum

Selulit Tedavisi Ve Bitkisel Çözümler

Selülit, hanımların en büyük estetik sıkıntılarından biridir. Dolaşım bozukluğu ile beraber, yağlı beslenme ve hareketsizlik, selülit oluşumunu tetikler. Üst bacak ve baldırlarda sık rastlanan selülitin çeşitli fizyolojik sebepleri olabileceği gibi, genetik yatkınlık da önem arz etmektedir.Portakal görünümüne bürünen cilt kısımları, estetik yönden oldukça rahatsız edicidir.
Selülit tedavisinde, evde uygulanan çeşitli kremlerle sonuç almak mümkündür. Bu kremler, cilde hemen işler ve yağ hücrelerine müdahale eder. 

Tamamen yok edilemese de, azalma sağlamak mümkündür. Evde selülitli bölgelere uygulanan masaj ile kan dolaşımı hızlandırılarak, etkili bir tedaviye başlanabilir. Özel kremler sürülerek, selülit yok edici masaj uygulayan ev tipi masaj aletleri ile düzenli olarak uygulanacak olan masajla da tatmin edici sonuçlar alınabilmektedir. Tıbbi masaj seanslarına gitmek de yardımcı olabilir. Profesyonellerin uygulayacakları özel masajlar ile selülitlerden büyük oranda kurtulmak mümkündür.
Günde en az 2 litre su içilmelidir. Kola, çay ve kahve ya tamamen kesilmelidir, ya da çok az içilmelidir. Tuzlu içeceklerden uzak durulmalıdır. Tatlılardan ve çikolatalardan uzak durulmalıdır. Aşırı bir tatlı ihtiyacı hissedildiğinde, dondurma yenilmelidir. Kebap tarzı etler ve sucuk gibi işlenmiş etler kesinlikle yenmemelidir. 
Konserve gıdalardan özellikle uzak durulmalıdır. Yağsız gıdalar tercih edilmelidir. Bolca sebze tüketilmelidir. Selülit tedavisinde yürüyüş önerilmektedir. Yüzme ve bisiklet sporları da bacakların toparlanmasına büyük katkı sağlamaktadır. Aşırı güneşe maruz kalmanın selülitleri arttırdığı tespit edilmiştir. Selülit tedavisi için bitkisel çözümler de mevcuttur. Zambak yağı, keten yağı ve ardıç yağı karıştırılarak özel bir karışım elde edilir. 

Bu karışıma alternatif olarak, portakal yağı ve buğday yağı, nane yağı ile karıştırılabilir. Biberiye yağı ile jojoba karıştırılarak da bir losyon elde edilebilir.  Bu karışımlardan biri tercih edilerek, her malzemeden aynı ölçekte katılarak hazırlanabilir. Sorunlu bölgelere masaj eşliğinde uygulanabilir. En azından 1 saat beklenilmelidir. Ardından yosun sabunu ile yıkanması çok iyi olacaktır. Alternatif olarak, deniz kumu selülite iyi gelmektedir. Kum cildi canlandırır ve tedavi eder. Tüm bunların dışında, özel tedavi merkezlerine gidilerek, birkaç seansta selülitten kurtulmak mümkün olmaktadır.

0 yorum
 
Support : Copyright © 2011. saglik8.blogspot.com - All Rights Reserved
Kafes kuşu | Radyomevlana | Yiğit CAMCI